İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Emine Arlı: Yolculuğumuza anlam katacak en az bir tane dostumuz mutlaka olmalıdır


Emine Hanım merhaba! Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Merhabalar. Çift ve Ebeveyn Danışmanı ve Masal Terapistiyim. Farklı alanlarda ve farklı yaş gruplarıyla eğitimci ve danışman olarak tecrübelerim oldu ve oluyor. Fakat yazmak küçüklüğümden beri hep hayalini kurduğum bir şeydi. Arada bir şeyler karalıyordum da… Ta ki yıllar önce yayımcılıkta bir süre kendimi deneyimleme imkânı buluncaya kadar. O günden beri yazmak benim için bir tutkuya dönüştü. Eski Dostum Kertenkele dışında Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Yayınlarında yayımlanmış iki tane hikâye kitabım bulunuyor.

10 yaş ve üzeri okurlar için kaleme aldığınız ve hatta yetişkin bir insanı bile düşündüren etkili cümlelere sahip Eski Dostum Kertenkele adlı kitabınız okurlarla buluştu. Ben kitabınızı büyük bir keyifle okudum ve size bu hikâyeyi yazmanızda neyin ilham kaynağı olduğunu biliyorum. Ancak bilmeyenler için, sizden bunu kısaca anlatmanızı rica etsem?

Öncelikle güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Sizin de belirttiğiniz gibi Eski Dostum Kertenkele her ne kadar ilk gençlik kategorisinde yayımlanmış bir kitap olsa da birçok yaş grubunu yakalamayı hedefleyen aslında yaşsız bir kitap. Yaşsızlığı ve düşündüren mesajlarıyla Küçük Prens, benim biricik ilham kaynağım oldu diyebilirim. Yayımcılık zamanlarımda böyle bir arayışın içerisine girdiğimi hatırlıyorum: “Neden Doğu entelektüelliğiyle bu coğrafyalarda böyle eserler veremiyoruz diye.”  Yazma çabamı bu motivasyonun belirlediğini söyleyebilirim.

Hikâyeyi ağırlıklı olarak Kuzgundan dinliyoruz. Onun bu yolculuğuna şahit olmak çok güzeldi. Sormak istiyorum, neden bir başka kuş değil de, kuzgun? 

Aslında bunu ben de bilmiyorum. Belki de hatırlamıyorum desem daha doğru olur. Çünkü Eski Dostum Kertenkele 2010 senesinin sonlarında başladığım, 2018 senesinin başlarında bitirdiğim, yazma süreci oldukça uzun bir hikâye. Bu sürede evlendim, iki çocuğum oldu. İkinci üniversitemi bitirdim. Üzerinden bu kadar zaman geçince geçmişe dönük hatırlama çabam da ne yazık ki sonuç vermedi. Bunları söylerken bir yandan da aklım hikâyede unutmak üzerine geçen konuşmalara gitti. Belki de gerçekten hiçbir anlamı olmadığı için nedenini unuttum, bilemiyorum. Ama yine de bir uzman titizliğiyle kendime sormadan edemedim: Bu bilgiyi hafızamın derinliklerine iten neydi ve benim için anlamı tam olarak nedir?  

Hayallerinin peşinde koşma, sabretme, cesaret, merak ve dostluk üzerine işlenmiş keyifli bir kitap Eski Dostum Kertenkele. Siz bu kitaba kendi anılarınızdan bir şeyler kattınız mı?

Elbette. Her yazar, yazdığı metinlere kendinden mutlaka bir iz bırakır. Şu anda danışanlarımla Masal Terapisi ve Öyküsel Terapinin metotlarıyla ilerliyorum. Yazmak sırları olan bir eylem, asla sıradan bir şey değil. Hikâyelerde seçilen kelimeler, kurgular, karakterler, anlatılış biçimleri… Bunlar hep anlamı olan şeylerdir, hikâyeyi yazandan mutlaka bir iz taşır. Okuyucu olmanın keyifli kısımlarından biri de bence budur: Metnin yanı sıra yazılanların izlerini takip ederek yazara ve onun dünyasına dair de bir tasavvurda bulunuyor olmak… Ben de bu hikâyemde hem kendimden hem de gördüklerimden çok fazla iz taşıyorum.

Kertenkeleye gelecek olursak. Toprak altında yalnızca sürüngen yiyen canlılardan değil, kendi varlığından da saklanmış olan kertenkeleyi okurken kendimden de bir şeyler buldum onda. Kertenkele üzerinden verdiğiniz mesaja istinaden sormak istiyorum. Sizce kabuğuna çekilen birinin sosyal yaşama dönmesi, cesaretlenip kabuğunu kırması nasıl mümkün olabilir?

Bu hikâyede herkes kendinden bir şeyler bulacaktır diye düşünüyorum. Çünkü Eski Dostum Kertenkele’de hayvan karakterleri üzerinden aslında insan olmanın erdemlerinden ve iç görü kazanmanın öneminden bahsediyorum.

Kertenkele’nin, hikâyenin başlarında kendini dış dünyadan soyutlayıp kabuğuna çekiliyor olmasından bizim hikâyelerimize bakan kısmı içinse şunları söyleyebilirim. Burada kabuk dediğimiz aslında kendimize olan yabancılığımızdır. Kendini tanımayan bir başkasını nasıl bilebilir? Dış dünyaya nasıl güvenebilir? Fakat bu tanışıklık için bir başkasının varlığına da ihtiyaç duyduğumuz bir gerçektir. Çünkü biz insanlar toplumsal varlıklarız ve topluluklar içinde yaşayarak varlığımızın anlamını bulabiliriz. Varılacak da bir yolumuz, bir amacımız vardır. Eskilerin bir sözü şöyledir: “Önce refik, sonra yol.” Yol arkadaşlığı çok kıymetlidir çünkü yolumuzu bize sevdirir, zorluklara karşı dayanma kuvveti verir. Bu yüzden en az bir tane dostumuz mutlaka olmalıdır. Çünkü bizi besleyecek kaynaklara ihtiyacımız vardır. Bu devamlı kalabalıklar içinde olacağız anlamına da gelmemeli fakat dış dünyayla iletişim hâlinde de kalabilmeliyiz. İnce bir nüanstan bahsetmiyorum. Ayrımı çok bariz bir şeyi kastediyorum. Bazı mizaçlar yalnız olmayı tercih ederler ya da bazı insanlar inzivada huzuru bulurlar. Bu kötü ve patolojik bir şey değildir. Eğer yalnızlık sizi besliyorsa neden olmasın? Fakat çoğu zaman dış çevrenin söylemleri bizim kendimizi soyutladığımız duygusunu hissetmemize neden olur ki o zaman kendimize şunu sormalıyız: Bunu sağlayan şey nedir ve yalnızlık benim tercihim midir? Eğer kalabalıklara karışırsam ben de ne iyi bir şekilde değişir ya da benden neleri alıp götürür? Nitekim hikâyenin devamında Kertenkele’yi kendi iç görüsünü kazanmış, kendi duygularının ve düşüncelerinin farkına varma konusunda epeyce yol almış, kendi davranışlarının sorumluluklarını alabilen ama yine de kalabalıklarla arası iyi olmayan biri olarak gözlemliyoruz. Bu yüzden son cümlenizdeki sorunun benim açımdan tek bir cevabı olmamakla birlikte kişiye, mizaca, duruma ve şartlara göre değişen birçok cevabı vardır. Ama özetle şunu söyleyebilirim, kabuk dediğimiz bizim kendimize duyduğumuz yabancılığımızdır ve yolculuğumuza anlam katacak en az bir tane dostumuz mutlaka olmalıdır.

Ben biraz da kitabınızdan alıntılar yaparak sorular sormak istiyorum. “Bir kişiyi tanımak için kelimelerine bakmak yeterliydi.” diyorsunuz kitabınızın bir bölümünde. İkili ilişkiler için söylediğiniz bu sözü yazar ile okur arasında kurulacak bağ için de söyleyebilir miyiz? Örneğin, kitabını okuduğu bir yazarı ne kadar tanımış olur bir okur?

Önceki sorularınızın cevaplarında da belirttiğim gibi kelimeler kişiye dair mutlaka bir iz taşır. Freud, dil sürçmelerinin, rüyaların, serbest çağrışımların kişiye dair çok önemli ipuçları taşıdığını söyler. Bilinçli, özenle seçilmiş kelimeleri de kişiden ayrı düşünmemiz elbette ki mümkün değildir. Ama anlamak, keşfetmek çaba gerektiren bir iştir.

Kitabınızın bir yerinde “Çünkü herkesin hayalleri, ömründen uzundur.” diyorsunuz. Sizin    hayalleriniz neler Emine Hanım?

Hayallerimiz zamanla değişip, dönüşür fakat insanoğlu hayal kurmaktan kolay kolay    vazgeçmez. Ben de çok fazla hayal kuruyorum. Fakat hayallerimizi, projelerimizi o konu hakkında istişare edeceğimiz kişiler dışında, o iş gerçekleşene kadar paylaşmanın çok da sağlıklı olmadığını biliyorum. Çünkü metafizik düzlemde bizim fark edemediğimiz yoğun bir enerji akışı söz konusu. İyi enerjiler kadar kötü enerjilere de maruz kalıyoruz. Ama bu düzlemde bunu ayırt etmemiz pek de mümkün değildir. Bu yüzden bazı şeyleri zamanı geldiğinde duyurmanın en doğrusu olduğunu düşünüyorum. Zira kötü enerji hayallerimizin önündeki en büyük engeldir.

Biraz da genel sorular sormak istiyorum. Yeni neslin edebiyata yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

10 yaşına girmek üzere olan bir kızım ve 8 yaşında bir oğlum var. Evimizde de büyük bir kütüphanemiz bulunmakta. Çocuklarımdan yola çıkarak şunları söyleyebilirim. Yeni nesli daha seçici bir okur olarak gözlemliyorum. Bir kere her kitabı okumuyorlar. Zaman zaman okuma türleri değişkenlik gösterse de keyif almayı ve bir şeyler öğrenmeyi önemsedikleri bir okuma kültürüne sahipler. Ve bana kalırsa bu yeni nesil tercihler, yerli çocuk yazınını da değiştirip dönüştürmektedir.

Çocuk kitaplarında öğüt veya mesaj vermek illa gerekli midir?

Elbette ki değildir. Ama kabul edelim ki derdi olan kitapları seviyoruz. Küçük Prensi, Matilda’yı, Momo’yu, Kumkurdu’nu ve daha nice klasikleşmiş çocuk kitabını bugünlere taşıyan ve onları bu denli kıymetli yapan da şüphesiz ki içindeki mesajlardır. Burada önemli olan mesajın nasıl verildiğidir. Şunu biliyoruz ki örtük mesaj alıcısına açık olandan geç ulaşsa da aslında daha kalıcı olandır. Önemli olan da elbette ki budur. Çünkü örtük mesajı anlamak için beyin nöronları aktive olup bir işlemleme yapıyor, yani kişi bir tür emek sarf ediyor. Ve bu yüzden okur için de o mesaj, kendi deneyimi kadar özümsediği bir şeye dönüşüyor. 

Sizce çocuklar için yazmanın en güzel ve en zor tarafları neler?

Uzun yıllardır çocuklarla çalışınca o zorluk kısmını aştığımı düşünüyorum. Çünkü beyin otomatik bir şekilde indirgemeciliğe kayıyor. Çocuklarla çalışan kişiler bana hak  verecektir. Keyifli kısmıysa onların sahici heyecanlarıdır.

Yakında gerçekleşecek projeleriniz varsa onlardan da bahseder misiniz?

Okul öncesi dönemdeki çocuklar için yazılmış hikâye çalışmalarım var. İyi bir resimlemeyle okuyucusuyla buluşmasını hayal ediyorum. Alandaki arkadaşlarım için de bir materyal desteği olmasını ümit ediyorum.

Kitaba dönecek olursak. Kuzgun ve Kertenkelenin unutulmaz sohbetlerini şimdiden özledim. Bizi bu olağanüstü dostluğa ortak ettiğiniz için teşekkür ediyorum. 

Asıl ben teşekkür ederim. Yazım süreci birincisi kadar uzun sürmezse eğer (dilerim sürmez) ikinci hikâye de yolda diyelim…


İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir