İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hacer Kılcıoğlu ile “Leb Demeden Leblebi” Kitabını Konuştuk


Leb Demeden Leblebi, Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlanan 12. kitabınız. Geçmiş kitaplarınızın konularına bakınca her birinde sıcacık ve samimi arkadaşlık hikâyeleri görüyorum. Bu romandaysa, Jale ve Duru’nun arkadaşlığı sıradışı bir paylaşıma dayalı… Hem bu ikilinin bağını hem de arkadaşlık kavramının sizdeki tanımını merak ediyorum… 

Öncelikle tüm kitaplarımda sıcacık arkadaşlık hikâyelerinin oluşunu belirtmenize çok sevindiğimi söylemek isterim. Bunun için çok çabalıyorum doğrusu. Çünkü arkadaşlık çok kıymetli bir şey. Arkadaşlık insanların birbirine iyi gelmesi bence. Leb Demeden Leblebi kitabımda Jale ile Duru’nun arkadaşlığını da önemsiyorum. Bambaşka zamanların ve mekanların çocukları olmalarına karşın bunu başardılar çünkü onlar ÇOCUK.

Kitapta Jale geçmişi, Duru ise geleceği, yani yeni nesli temsil ediyor. İkisi de birbirinin bildiği kavramlardan bihaber. Bugünün çocukları için bu yönüyle hem çok dikkat çekici bir unsur hem de önemli bir kültür çatışmasının işareti gibi… Bu zaman ve kuşak oyununu kurgunun merkezine yerleştirirken ne hayal ettiniz, neydi hatırlatmak istediğiniz? 

Zaman ve kuşak oyunu kitabın kurgusunun orta yerinde evet. Ama şunu demeye çalışmadım, ahh o eski günler ne güzeldi, mahalle kültürü, toplumsal dayanışma ne harikaydı. Çocuk olmak ne eşsizdi. Hayır. Her dönemin kendine göre artıları var. Bugüne baktığımızda teknolojinin hayatımıza kattığı değerleri ve konforu göz ardı edilebilir miyiz? Asla.

Jale oldukça hiperaktif, cesur ve rahat bir çocuk. Duru’ysa daha sakin ve ürkek. İki karakteri de düşününce, geçmişten geleceğe uzanan “çocuk” ve “özgürlük” kavramını sorguluyorum. Geçmişte çocukların daha özgür ve haliyle “daha çocuk” olduğu görüşündeyim. Hem eğitimci hem de uzun yıllar çocuklarla bir arada olan bir yazar olarak görüşünüzü sormak istiyorum. Çocukların bu denli gerçeklikten uzak olması yalnızca gelişen çağın sorunu mu? 

Masalsı bir söylem var. Çocuklar prens ve prensesler olarak dünyaya geliyor, onları kurbağaya dönüştüren yetişkinlerdir. Bu söyleme katıldığımı hissediyorum bazen. Yaşadığımız çağ, evet çok hızlı ve kaotik ama bu durumun yaratacağı olumsuzluklardan çocuğun zarar görmemesini, yaşadığı sürece çocukluğunu değerli bir mücevher gibi taşıyabilmesini sağlamak bizim elimizde. Ne diyor şair, “gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor.”

“‘…kırk dakika ders yerine kırk dakika teneffüs olsaydı, o zaman severdim.’ Duru gülmeye başladı. O da aynı şeyi isterdi.”  Sanırım dönem değişse de bazı şeyler hiç değişmiyor: Okula gitmek gibi… Çocukların okula ve eğitim kurumlarına karşı olan bu tutumları üzerine siz neler söylemek istersiniz? 

Eğitim sistemimiz bir çocuğun taşıyamayacağı kadar ağır. Müfredat adı altındaki zorunluluk, ne yazık ki öğretmenin ve eğitim kurumlarının ve çocuğun elbette yaratıcılığını öldürüyor. Neyse ki bu sistemin baskısı altında ezilmeyen, çocuğu başka renkli dünyalara taşıyan kurumlar, öğretmenler var. Bu kurumların, öğretmenlerin artmasını dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Her roman yazarından izler taşır. Peki bu roman size ait hangi izleri taşıyor? 

Altmışlı yılların ortasında Jale’nin yaşlarındaydım. Çocuk olduğu için sevinçli, sokak cumhuriyetini kurmuş, arkadaş ve oyun delisi bir çocuktum. Dolayısıyla kitabı yazarken Jale’yi şıp diye tarif edebildim de Duru’yu, yönetilen çocuk kıvamından çıkarabilmek için kitap boyunca Jale’yi kışkırtıp durdum. Duru, günün sonunda azıcık Jale’leşmişti ama o kadar. Kitabın sonunda şehrine geri dönecek ve yine Duru olacaktı. Olsun. Biz bütün çocukları oldukları gibi kabul ediyor, seviyoruz, öyle değil mi.

Romanlarınızın neredeyse tamamında İzmir’i sokak sokak geziyoruz. Öykülerinizi ve romanlarınızı çevreleyen İzmir, hem siz hem de kitaplarınız için nasıl bir anlam taşıyor? 

İzmir… Çok uzun zamandan beri yaşadığım şehir. Şehrin çok yerinde anılarım, hikâyelerim var, ayak izlerim var. Her kitabımda şehrimin bir köşesini kurguya dahil etmek isterim. Benim İzmir’imi bütün çocuklar bilsin isterim. Çünkü çocukta bir yere dair merakı bizim yaratmamız gerekiyor. Alsancak’taki bir okul etkinliğinde, Gevrekçii kitabımı okumuşlardı, Limontepe nerede diye bir soru sordum. Çocuklar şaşaladılar, Alsancak civarında olabileceğini söylediler. Oysa Limontepe, İzmir’in bambaşka bir yerindeki dezavantajlı bir semttir. Teşekkürler.

Röportaj: Deniz Sessiz


İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir