İnceleme: Sevim Şentürk
Timaş İlk Genç Kitaplığı alanında önemli bir boşluğu dolduruyor, öncelikle bu hakkı teslim edelim. Stephen Mangan’ın kaleme aldığı Kaçış Odaları, hayal gücünü ateşleyen, heyecan verici bir macera. Sayfaları; zihninizde, bir sonraki sahnenin ne olacağına dair bazı planlar yaparak çeviriyorsunuz. Mangan’ın kurgusu oldukça başarılı ve bazı plot twist’lerle dolu, hikâyeyi deşifre etmemek için spoiler vermiyorum. Olay örgüsü şu: Jack, panayır alanında bungee-jumping yaptığında kendini akla hayale sığmayacak tuhaflıktaki odalarda bulur. Cally adındaki gizemli bir kız, eve dönüş yolunu bulmaya çalıştıkları bu macerada ona eşlik ediyordur. Jack ve Cally, girdikleri odalarda, kaçtıkları korkularıyla karşılaşırlar ve kendileriyle yüzleşirler âdeta. Odalardan kaçmak içinse talimatları izlemek, soruları yanıtlamak, zorlukları aşmak ve bilmeceleri çözüp anahtarları bulmak zorundadırlar.
Hikâye, sinematografik bir görsellikte akıyor, sanki bir film seyrediyormuşsunuz gibi. Böylesi bir sahne planlamasında aslan payı, kalemini bir kamera gibi kullanan yazarın, yönetmen mi deseydim?
İşte, senaryodan bir sahne:
Oda, bir odaya benzemiyordu. Bir koridor gibiydi. Genişliği az önce içinden geçtikleri kapı kadar, tavanı ise alçak olan koridor, oldukları yerden o kadar uzağa gidiyordu ki ikisi de yolun sonunu göremiyordu. Sağda birkaç adım ötede ÇIKIŞ yazan bir kapı vardı. Jack kapının kolunu denedi ama kapı kilitliydi.
“Sence yürümeli miyiz?” diye sordu Jack.
Tam o sırada ayak sesleri duyuldu. Koridorun çok ama çok uzak noktasında uzun, beyaz, dökümlü bir elbise giyen küçük bir adam göründü. Olabildiğince hızlı bir şekilde onlara doğru yürüyordu ama aralarında çok fazla mesafe vardı ve adamın bacakları çok kısaydı. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Uzun saçları da beyazdı ve yürürken saçları da sallanıyordu.
Jack ve Cally, birbirlerine zıt karakterler aslında. Ama sevdikleri birinin kaybıyla başa çıkmayı öğrendikleri, komik ve ürkütücü bir macera onlarınki. Yazar, insanın ilk gençliğindeki gelgitlerini de yerinde ve çok nahif bir üslupla veriyor. Bir ördek resmine çizilmiş odaların haritasıyla kitaba veda ediyorsunuz. Stephen Mangan, anlatının sonunu şöyle bağlıyor:
Jack ve babası panayırdan ayrıldıktan bir saat sonra sessizce eve dönüyorlardı. Galler Prensesi adlı kafenin önünden, köprünün üzerinden, telefon kulübesinin ve gazete bayiinin yanından geçtiler. “Acaba?”, diye düşündü Jack eve yaklaşırken, “Acaba babama bu akşam nerede olduğumu, başıma neler geldiğini söylesem bana inanır mı?” Bir kurbağayla konuştuğunu ve ellerinin ayağa dönüştüğünü söylese babasının nasıl tepki vereceğini düşündü.
Başından geçen macerayı anlatmaya çalıştığını düşününce kahkaha atmaya başladı.
“Komik olan ne?” diye sordu babası.
“Şey… Hız trenini düşünüyordum.” dedi Jack gülümseyerek.
Yola dönünce açılan bir kapıdan gelen sese doğru döndüler. Jack, parti ya da ona benzer bir şey için evde toplanan kalabalığın sesini duyabiliyordu. Evdebn şaşkınlıkla bağıran bir kadın çıktı. Bir adam da arkasından geliyordu. Adam evin önündeki basamaklara gelince duraksadı.
Çift, küçük bir çocuğa doğru koşuyordu. Jack, ilk başta ön bahçede, gölgede duran bu kişiyi fark etmemişti. Üçü birbirine sarılıp samimi, küçük bir grup oluşturdu. Jack, güldüklerini duyabiliyordu. Küçük olan kişi, Jack’e bakınca göz göze geldiler. Kız şaşkınlıkla ağzını açtı. Cally.
Kız bir elini kaldırıp evin önünden geçen Jack’a gülümsedi. “Bir oda.” diye seslendi. “Her seferinde bir oda!”
İlk yorum yapan siz olun