Merhaba Gözde Hanım. “4 Mevsim, 4 Kent, 4 Kuş” adlı kitabınızı yazarken size ilham veren şey neydi? Bu hikayeler bir anda mı ortaya çıktı, yoksa uzun bir birikimin sonucu mu?
Bu kitap, aslında birikimlerin sonucu diyebilirim. Hikayelerin her biri, bir yandan kişisel deneyimlerimden, bir yandan da gözlemlediğim dünyadan besleniyor. İlham, bazen bir şehirde geçirdiğim bir günün ardından, bazen de sadece bir kuşun uçarak gittiği yönü takip ederken geliyor. Ancak bu ilhamlar tek bir anda ortaya çıkmadı; yıllar içinde biriken düşünceler, anılar ve izlenimlerin bir toplamı olarak şekillendi.
Hikayeleri oluştururken, her mevsimi, her şehri ve her kuşu bir simge olarak kullandım. Mevsimler insanın ruh haline, kentler ise onun yaşadığı toplumsal çevreye dair bir yansıma gibiydi. Kuşlar da hem özgürlüğü, hem de ulaşılması gereken bir hedefi simgeliyor. Bu simgelerle çalışırken, bir yandan da kendi iç yolculuğumu anlatmak istedim. Kitap, bir anlamda yaşamın farklı dönemlerine ve farklı yerlerine dair bir meditasyon gibi.
Tabii, bu hikayelerin ortaya çıkması iki yılı aldı. Birçok defa başladım, yazdım, sonra bir kenara koydum, yeniden üzerine düşündüm. Her şeyin yerli yerine oturması, zamanla bir anlam kazandı. Kitap, aslında bir nevi kendi hayatımın, şehirlerin ve mevsimlerin kesişiminde şekillendi.
Kitapta dört farklı mevsimi ve coğrafyayı işlerken, sizin özel bir bağ kurduğunuz bir mevsim ya da mekan oldu mu?
Safranbolu’da geçen Nar ve Nar Bülbülü’nün hikayesi, memleketim olduğu için bana özel bir anlam taşıyor. Çocukken o kentin sokaklarında koşturmak, evlerini, dokusunu, doğasını incelemek bana hep büyülü gelirdi. Bu yüzden yazarken o kadim sokakların, o doğanın bana verdiği huzuru ve anlamı bir şekilde kitaba yansıtmak istedim. Memleketimin ruhu, her satırda benimleydi.

Hikayelerinizde kuşlar oldukça önemli bir yer tutuyor. Kuşlar sizin için neyi temsil ediyor?
Kuşlar, özgürlüğü, umutları, yolda olmayı ve uzaklarda kök salma arzusunu simgeliyor benim için. Aynı zamanda, bazen ulaşmak istediğimiz bir hedef ya da hayal de olabilirler. Onlar, sınırsız bir gökyüzünde süzülen ve her yönüyle hayatımıza dokunan canlılar; tıpkı öykülerimde olduğu gibi.
“Bir yolculuktan değişmeden dönmek mümkün değil” cümlesi dikkatimi çekti. Sizce değişim ve yolculuk, çocukların hayatında neden bu kadar önemli?
Yolculuk ve değişim, çocukluğun şiarı çünkü her yeni deneyim, onlara dünyayı daha derinlemesine keşfetme imkânı sunar. Çocuklar, hayatın henüz her köşesinin keşfedilmemiş olduğu bir dönemde oldukları için, her anları bir öğrenme ve tatlı bir yolculuktur zaten. Bu yolculuklar, sadece fiziki değil, duygusal olarak da onları sınırlarını zorlamaya davet eder, yeni hisler ve düşünceler geliştirmelerini sağlar. Bu süreç, onları sadece dış dünyaya değil, içsel dünyalarını keşfetmeye de yönlendirir. Böylece, değişim çocuklar için yalnızca büyümenin değil, kimliklerinin şekillendiği, dünyayı ve kendilerini anlamaya başladıkları bir süreçler bütününü oluşturur.
Kitapta her kuşun bir hikaye anlatması, bir nevi metafor gibi. Bu hikayelerle çocuklara (ve belki de büyüklere) hangi mesajları vermek istediniz?
Her kuş, bir anlamda farklı bir hayat yolculuğunu, bir duyguyu ya da değeri simgeliyor. Nar bülbülü, iletişimi ve anlayışı; yelkovan kuşu, yardımlaşmayı ve sabrı; sığırcık kuşu, cesareti; kelaynak ise korunması gereken değerleri ve özgürlüğü temsil ediyor. Bu hikâyelerle, hem çocuklara hem de büyüklere, hayatın farklı yönlerini, değişimle gelen büyümeyi ve her anın kıymetini keşfetmelerini amaçladım.
Mevsimlerin değişimi ve doğanın döngüsü kitabın içinde çok güçlü bir tema. Doğayla bağ kurmanın çocukların gelişiminde nasıl bir rol oynadığını düşünüyorsunuz?
Doğayla bağ kurmak konusunu yazdığım kitaplarda hep aklımda tutarım. Doğa, çocuklara çevreyi gözlemlemeyi, sorumluluk almayı ve başkalarını anlamayı öğretirken, bir yandan da değişimin ve sabrın ne kadar değerli olduğunu gösteriyor. O mevsim değişimleri, ağaçların yapraklarını dökmesi ya da kuşların göç etmesi, çocuklara hayatın döngüsünü gösteriyor. Bu bağ, sadece dış dünyalarını değil, içsel dünyalarını da şekillendiriyor, onların dünyayı anlamalarında somut örnekler teşkil ediyor.
Biraz da yazarlık yaşamınıza dair sorular sormak istiyorum. Çocuk kitapları yazmanın zorlukları ve güzellikleri nelerdir? Siz bu alanda yazmaya nasıl başladınız?
Çocuk kitapları yazmanın en güzel yanı, her kelimeyle yeni bir dünyanın kapısını aralamak ve bunu küçük okurlarla paylaşmak. Çocukların saf bakış açıları ve hayal güçleri, bana sürekli ilham veriyor. Tabii zorlukları da var; doğru kelimeleri seçmek, duyguyu basit ama etkili bir şekilde anlatmak bazen zor olabiliyor. Yazmaya başlamam ise, çocukluk yıllarımda okuduğum kitaplardan aldığım ilhamla ve üniversite sonrası çocuk kitapları çevirisi sürecimde edindiğim deneyimle oldu. O zamanlar o dünyalarda kaybolurken, şimdi o dünyaları ben kaleme almak istedim.
Çocuk kitaplarının dünyasında yaratıcı olmak kadar eğitici olmak da önemli. Siz bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Çocuk kitaplarının ben daha çok ilgi çekici olmasını, bilgiyi keşfetmek için merak uyandırmasını ve bunu yaparken de zevk vermesini önemsiyorum. Doğrudan eğitici olmak zorunda ya da muhakkak eğitmeli gibi bir kaygım yok. Hikayeyi ilgi çekici ve eğlenceli tutarken, aynı zamanda çocukları bilgiye ya da iyiliğe ulaştıracak ipuçları sunmayı önceliyorum. Bir konu hakkında bilgi vermek ya da şu detayı da öğrenseler diye düşünüyorsam öğretici unsurların, hikayenin doğal akışına uyum sağlamasına; çocukların keşfettikleri dünyayla bütünleşmesine dikkat ediyorum. Eğitici olmak, onların duygusal ve düşünsel gelişimlerine katkı sağlamak demek, bu yüzden bunu yapmak istediğimde parmak sallamamaya özen gösteriyorum.

Sizce çocuklar, bir hikayeyi yetişkinlerden farklı olarak nasıl okuyor ve yorumluyor?
Çocuklar, bir hikayeyi okurken genellikle daha sezgisel ve duygusal bir yaklaşım sergilerler. Yetişkinlerin yaptığı gibi derin alt metinler ya da dolaylı anlamlar aramazlar. Bunun yerine, hikayenin karakterlerinin davranışlarına, olayların nasıl geliştiğine ve özellikle duygusal tonlara odaklanırlar. Örneğin, bir karakter üzülüyorsa, çocuk bu duyguyu içselleştirir ve empati kurar. Onlar için renklerin, hareketlerin ve seslerin bile bir anlamı vardır. Bir resimdeki canlı renkler onları heyecanlandırabilir, bir karakterin gülümsemesi ya da üzgün bir bakışı ise onları etkileyebilir. Çocuklar, yaşadıkları dünyayı ve duygusal deneyimlerini hikayelerle ilişkilendirirler. Kendi yaşamlarından benzer duyguları ya da durumları gördüklerinde, hikayenin içine kolayca dahil olurlar. Mesela bir çocuk, bir kuşun yuvasını terk etmesini okurken, kendisinin okula başlaması gibi bir durumu düşünebilir ve bu durum ona büyük bir anlam ifade edebilir. O yüzden hikayelerdeki basit bir olay ya da detay, onlar için dev bir anlam taşıyabilir. Bu yüzden aynı hikayeyi tekrar tekrar okumak isteyebilirler, usanmazlar. Her defasında yeni bir şeyler keşfedebilirler.
Ayrıca, çocuklar hikayeleri çok daha doğal ve saf bir şekilde okur. Düşünce filtreleri henüz çok yerleşmemiştir, dolayısıyla doğrudan ve içten bir şekilde bağ kurarlar. Bir yetişkin, hikayeyi okurken karakterlerin motivasyonlarını ya da olayların arkasındaki ince ince işlenmiş detayları sorgularken, çocuklar sadece yaşadıkları duygusal deneyime odaklanır ve bu onlara yeterli gelebilir. Bu yüzden nitelikli çocuk kitapları, bu samimi okuma sürecine hitap edecek şekilde basit ama derin anlamlar taşıyan öğelerle doludur.
Çocukların hayal gücüyle ilgili sizi şaşırtan bir gözleminiz var mı?
Hayal gücü, onlar için bir keşif alanı gibi! Çocuklar için her şey mümkün beni en çok şaşırtan şey bu geniş düşünce biçimi. Öğrenilmiş çaresizliklerin yer almadığı büyülü bir dünya. Başta hepimiz böyleydik; bu da beni çok etkiler.
İlk yorum yapan siz olun