Tiyatro sanatçısı Özgür Özgülgün ile sanat ve edebiyat üzerine derin ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…
Bu, yazarının kendisini tiyatro sahnesinden yansıttığı bir başka söyleşi. Kendinizi sahnede hissetmeniz olası, çünkü bu satırlarda belki de her şey alkışı duymayı bilmekle ilgili. Sevgili Özgür Özgülgün’ü oyuncu olarak tanıyoruz. Ancak bununla birlikte kendisi on beşinci çocuk kitabı yayımlanmış bir yazar. Yayınevinde buluşuyoruz ve başlıyor keyifli söyleşimiz… Özgülgün’ün içindeki çocuk, Tiyatro Müzesi kitabını şöyle özetliyor:
“Hani şairin dediği gibi, ‘Seni bir kere sevsem ikinin hatırı kalır!’ diye, ben bu kitabın her yanını sevdim.”
İşini ve yaşamı sevgiyle özetleyen Özgülgün ile her şeyden konuştuğumuz bir söyleşi oldu bu. Masamızda edebiyat, kitaplar, çocuklar, her şey vardı ve hepsi de tiyatronun ışığı ile aydınlandı. Şimdi o zaman diyebiliriz ki:
Ve perdeee…
TELAŞ OLMADAN, DAHA ÇOK YAŞAYARAK YAZMAYI TERCİH EDİYORUM
– Özgür Bey merhaba, nasılsınız? Sizi tanıyoruz, artık internet sayesinde de ulaşmak çok kolay, ancak ben kendini anlatan Özgür’ü dinlemek isterim. Siz kendinizi kısaca nasıl tanımlarsınız? Özgür Özgülgün nasıl biri?
Sevgili Gazete Sanat okuyucuları, selamlar. Son günlerde pek fazla mutlu haberler alamasak da umudumu kaybetmeyen birey olarak ben de direniyorum. Herkesin bu psikolojide olduğunu biliyorum. Çünkü görüyorum, duyuyorum ve takip etmeye çalışıyorum. Dünya farklı bir düzene hazırlanıyor. Bundan söz etmeden kendime geçemedim.
Umutlu bir birey olarak ben Özgür Özgülgün, öncelikle tiyatro sanatçısıyım. Mesleğimi çok seviyorum. Uzun yıllardır sahne deneyiminden faydalanarak çocuk kitapları yazmaya başladım. Son derece keyifli ve eğlenceli etkinliklerden sonra yazılan eserlerin, çocukların dünyasında farklı bir yer edindiğini görüyorum. Sahne üzerinde yaptıklarıma saygı duyan genç dostlarım, yazdığım kitaplara daha saygın yaklaşıyorlar; bu beni fazlasıyla mutlu ediyor.
– Motivasyonunuzu nasıl sağlıyor, nasıl bir çalışma yolu izliyorsunuz?
Tiyatro dünyasında duayen dediğimiz ustalarımdan, sahnedeki enerjimin çocukları mutlu ettiğine dair geri dönüşler aldım. Bu yaptığım ve yapacağım iş için hem enerjimi hem de ciddiyetimi arttırıyor. Okumak, araştırmak ve günümüz dünyasının çocuklarını tanımak için takipçi olmamı gerektiriyor. Bu bilinci hiç kaybetmemeliyim. Her yeni doğan gün benim için nimet. Daha fazla gözlemlemek daha fazla bilmek ve bildiklerimi paylaşmak formumu korumama neden oluyor. Yazdıklarımın ciddiye alınması daha fazla araştırma ve gözlem yapmaktan geçiyor. Farkındalığımı ve yazarlığımı destekleyici her şeye çok açığım.
– Biz sizi tiyatro sanatçısı olarak tanıyoruz. Peki sizin yazarlık serüveniniz nasıl başladı?
Yazarlık serüvenim okullardaki Drama etkinliklerinde doğdu. Her yaptığımız etkinliği seyircilere ve okuldaki öğretmenlerimize sunarak hep doğrunun peşinde olduk. Öğrenirken eğlendik, kimi zaman hüzünlendik, ama sonucunda güzel anılar ve tecrübeler biriktirdik. Sonunda bu tecrübeler, yazdığım eserlere yansıdı. Yaşasın sanat, yaşasın edebiyat!
– Yazarlık kariyerinize sığdırdığınız 15 kitap var. Hızlı mı yazıyorsunuz?
Yazarken bir süre gözetmiyorum. Hızlı veya yavaş diye bir planım ya da kurgum yok. Zamana bırakıyorum, çünkü biliyorum ki zaman her şeyin ilacı. Telaş olmadan, daha çok yaşayarak yazmayı tercih ediyorum.
KENDİMİ YALNIZ HİSSETTİĞİM ZAMANLARDA AÇAR BİR SAİT FAİK HİKÂYESİ OKURUM
– Son kitabınız Tiyatro Müzesi. Bu kitabın çocuk kahramanı, içinizdeki çocuk Özgür mü?
Son kitabımız Tiyatro Müzesi, biraz farklı ve tabii ki heyecanlı. Çünkü kendi mesleğimi tanıtmaya çalıştığım ve hassas olduğum konu üzerine. Kitabın kahramanı “tiyatro” ve onun gizemli dünyası, yani kahramanı sanat olan bir esere son derece saygılı davranmak lazım diye düşünenlerdenim. Benim içimdeki kahramanım tiyatro. Bakalım sizler beğenecek misiniz?
– Ben sevdim Peki devam edeyim. Kitapta şöyle bir cümleniz var: “İnsan en doğrusunu bazen arkadaşlarından öğreniyor?” Bu cümle içimi sıcacık etti. Belki de bir çocuk hikâyesi okuduğumdan, bilemiyorum, ama sizden bu cümleye dair bir şeyler dinlemek istiyorum…
“İnsan bazen en doğrusunu arkadaşlarından öğreniyor.” Ne kadar hayata dair bir cümle değil mi? Yaşanmışlık kokuyor. Sizce de öyle değil mi?
– Kesinlikle öyle…
Hayat paylaşınca güzel ya da benim için hayat basamağı kabul ettiğim söz ustası Sait Faik’in dediği gibi: “Bir insanı sevmekle başlar her şey…” Kendimi yalnız hissettiğim zamanlarda açar bir Sait Faik hikâyesi okurum. Okurken hülyalara dalarım. Kimse beni rahatsız etmez. Arkadaşım dostum yoksa bile hikâyelerim, kelimelerim vardır. Onlar benim sadık dostlarımdır. Ama tüm bunları yaşayabilmek için hayatın içinde sizi anlayacak dostlarınızın olması gerekir. Sonrası yaşasın hayat yaşasın edebiyat… Mutlaka bir ses gelsin. “hişt hişt…” sesi gibi.
– Siz nasıl yazan bir yazarsınız? Yazarken olmazsa olmazlarınız, rutininiz neler?
Ben yaşayarak yazmayı tercih eden bir hikâye anlatıcısıyım ya da sahneye uyarlayanım. Kafamın içindekileri önce sahne üzerinde oynar gibi yapar, sonra onları bir kurgu içinde planlarım. Yazdıklarımın sağlamasını yaparım. Beğenilmezse hemen atarım, hiç acımam. Çünkü önemli olan seyirci ve okuyucunun fikirleridir. Sanat insanlar içindir. Size değer verip yazdıklarınızı okuyan genç dostlarımın beklentilerini boşa çıkarmamam lazım. Yanılıyor muyum?
– Bilemiyorum, yazar bazen de kendisi için yazmak istemez mi? Yani yazdığınız bir hikâyeyi çok sevdiniz ve okuru sevmedi. Onu atmak hikâyenin kendisine haksızlık olmaz mı? Ya da ne bileyim, zaten herkesin her şeyi sevmesi de mümkün değil ki…
Bu sanırım tiyatrodan kalan bir alışkanlık. Eğer sahnede fazla bir hikâye ve trafik varsa, seyirci bunu kabul etmiyorsa üstüne gidilmemeli diye düşünürüz. Sanırım edebiyatta da durum farksız. Elbette yazar yazdıklarına kıyamaz, cümleler fazla gelmez, ama ifade ettiğim gibi okuyucu yazılanlara doyuyorsa, anlaşılıyorsa üstüne gidilmemeli. Siz yazan kişi olarak sevebilirsiniz, ama tercih eden okuyucudur. Çöp diye düşünülmemeli, belki başka hikâye için kurtarıcı olabilir.
TİYATRO, FENA HALDE HAYATIN KENDİSİ
– Çocuk kitapları yazan yazarlar, diğer türlerinkine göre daha mı hayalperest?
Çocuk kitapları yazan yazarlar güzel insanlardır. Çünkü bir toplumun geleceğini belirleyen genç dostlara birtakım söyleyecekleri vardır. Her yazar paylaştıkları için değerlidir, ama az ama çok değerlendirmesi okuyucuya kalmıştır. Hepimizin Anadolu Masalları’ndan çıkmış bir hali vardır. Hayalperest olmak çok kıymetli. Değerini bilmek lazım.
– Yine kitapta bir cümle var. Bu kez direkt soru ve ben de size olduğu gibi sormak istiyorum: Yoksa tiyatro hayatın aynası mı?
Tiyatro fena halde hayatın kendisi. İnsanı insana insanca anlatma sanatı. İçinde bu kadar “insan” olan bir sanat, harikanın kendisi değil de nedir!
– Siz de sahnede kendinizi aynalıyor musunuz? Nasıl hissettiriyor?
Bir aktörün oynadığı tüm roller onun bir parçası gibidir. Oynadığım tüm rolleri severek oynadım ve çok eğlendim. Çok sevdiğim bir dostumun sözü var: Beraber eğelenemeyen insanlar beraber gelecek kuramazlar. Ne muhteşem söz.
– Gerçekten çok güzel ve anlamlı bir söz. Özgür Bey, oyuncular her zaman oynadıkları rolü seviyor mudur?
Roller sevilir, sevilmezse bile sevimli hale getirilir. Çünkü o sizin en değerli parçanızdır.
– Bir tane de olmazsa olmaz magazinsel bir soru sorayım Özgür Bey, sizi uzun zamandır bir televizyon işinde görmedik. Özel bir sebebi var mı?
TV işleri şimdilik askıda, ama bu hiç olmayacak anlamında değil. Güzel bir projenin içinde tekrar buluşabiliriz. Neden olmasın…
– Bazı roller sanatçıların üzerine yapışıyor. Sizi de hala Gurbetçi dizisindeki rolünüzle hatırlıyoruz sanırım. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aile dizileri ülkemizde çok sevilir ve ben bir aile dizisinde oynadım. İşin bütünü sevildiği için üstüme düşen görevi hakkıyla yaptığım için bir saygınlık oluştu kanaatindeyim. Teşekkür ederim.
BEN BU KİTABIN HER YANINI SEVDİM
– Tekrar kitaba dönelim, Tiyatro Müzesi sizin hayal dünyanızda nasıl bir yer, neyin karşılığı?
Tiyatro Müzesi bir dizi olacak gibi. Genel yayın yönetmenimiz ile kararlaştırdığımız ortak bir duygumuz var. Aslı Tunç Hanım bu konuda çok vizyon sahibi. Önümüzdeki zaman diliminde ana konumuz Tiyatro temelli yeni hikâyelerimiz gelecek. Genç okurlarımıza sözümüz var.
– Özgür Bey içinizdeki çocuk, bu kitabın en çok hangi yanını sevdi?
Hani şairin dediği gibi, “Seni bir kere sevsem ikinin hatırı kalır!” diye, ben bu kitabın her yanını sevdim. Anlattığım dünya (tiyatro) bir bütün. Oyuncularıyla, yazarıyla, dekoru, kostümüyle bir bütün, işte bu sebeple anlatmaya çalıştığım dünyanın tamamını çok sevdim. Anlatamadıklarımdan da huzurlarınızda özür diliyorum.
– Kitabı okurken dedim ki, çocuklar böylece tiyatroyu tanıyacak, belki de oyuncu olmak isteyecek. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Keşke mesleğimiz tiyatro tüm genç dostlarımızın yolunu aydınlatsa, çünkü tiyatro iyidir, hatta iyi olmayanları bile iyileştirir. Oyuncu olmak isteyen herkese pusula olsun satırlarımız. Biz hep yazarız o vakit, hatta yazarken bir özrümüz olursa dil sürçmesi deriz ya da her ne kadar sürç-i lisan edersek af ola der, tamamlarız.
– Bir insanın hayatında hiç tiyatroya gitmemiş olması hakkında ne dersiniz?
Hiç tiyatroya gitmemiş insanları tiyatro ile tanıştırmak bizim en büyük erdemimiz olsun. Herkese kapımız açık. Mevlana’nın dediği gibi: “Ne olursan ol yine gel, yine gel…”
– Sohbet uzuyor, insan konuştukça konuşmak istiyor, ama bitti. Son olarak bir şeyler söylemek ister misiniz?
Çok keyifli bir sohbet oldu. Bu güzel kitabın yayınlanmasında emeği geçen tüm dostlarıma teşekkür borçluyum. Herkesin emeğine sağlık. Kitaplar ortak eserlerdir. Özü insandır. İnsanın olduğu her yerde kitaplar olsun, okumalar hiç bitmesin.
Özgür Özgülgün: Bir teşekkür de beni Gazete Sanat okurlarıyla buluşturan siz, Damla Karakuş’a olsun. Yolu kitap için emek harcayan herkese sayfalar dolusu satırlar olsun…
Damla Karakuş: Ben teşekkür ederim Özgür Bey, iyi ki…
*Fotoğraf: Doğa Onat
İlk yorum yapan siz olun