Yavuz Yiğit’in yazdığı, Gül Sarı’nın resimlediği “Heyecan Aşısı” tam da bu konu üzerinde duran, çocukların herhangi bir alanda korkmadan, çekinmeden, yapacakları konuşmayı, oynayacakları oyunu, söyleyecekleri şarkıyı nasıl daha rahat ve kolay yapabileceklerini anlatan kitap, tecrübeyle sabit örneklerle sadece çocuklara değil, ebeveynlere de yol gösteren bir kitap.
Çocuklar için özellikle kendi yaşıtlarından oluşan kalabalıklara karşı konuşma yapmak, tiyatro, konser gibi performansları sergilemek zordur. Bu sadece çocukların yaşlarıyla ilgili olan deneyimsizliğin getirdiği heyecandan değil, akran zorbalığına kadar ulaşabilecek “dalga geçilme” korkusundan kaynaklanır. Hatta ikinci şıkkın daha ağır bastığını düşünebiliriz. Bu yüzden “müsameresi” olan, önemli günlerde şiir okuyacak olan, kalabalık bir kitle karşısında düzenlenen münazarada çocukların fikrini söylemesi, kendini ifade etmesinde zorlanması tabiri caizse, ona, soğuk terler döktürür. Bu durum aşılabilir mi? Pek tabii aşılabilir. Çocuklar kalabalık insanlar karşısında rahatça kendilerini ifade edebilirler. Yavuz Yiğit’in yazdığı, Gül Sarı’nın resimlediği Timaş Çocuk Yayınları’ndan çıkan “Heyecan Aşısı” tam da bu konu üzerinde duran, çocukların herhangi bir alanda korkmadan, çekinmeden, yapacakları konuşmayı, oynayacakları oyunu, söyleyecekleri şarkıyı nasıl daha rahat ve kolay yapabileceklerini anlatan kitap, tecrübeyle sabit örneklerle sadece çocuklara değil, ebeveynlere de yol gösteren bir kitap.
“Heyecan Aşısı”nın 9 yaşındaki kahramanı Duru, kendini iyi tanıyor. Normal bir çocuk olduğunu, üstün yetenekleri, süper zekâsı olmadığını söylüyor. Yaşıtları gibi dondurma yemekten, oyun oynamaktan, bisiklete binmekten, arkadaşlarıyla vakit geçirmekten hoşlanıyor. Sokakta oynayacak yer olmadığı için okul, Duru için aynı zamanda kelimenin gerçek anlamıyla bir “oyun alanı”. Teneffüsleri iple çekiyor misal. Bu yüzden de bir yıl öncesine kadar büyümeyi hiç istememiş Duru. Hayatındaki her şey harikaymış. Annesi, babası, babaannesi etrafında dört dönüyormuş. Sadece dedesi kızıyormuş bu duruma. “Çok şımartıyorsunuz bu çocuğu,” diye serzenişte bulunuyormuş. Ayrıca dedesi, Duru’nun hayatta biraz zorlanması gerektiğini düşünüyormuş. Dedesinin bu düşüncesi Duru’ya çok saçma gelmiş ama “o” Çarşamba günü, yeni başlayan hayatında dedesinin ne demek istediğini anlamış.
“O” Çarşamba, okulunu yolunu tutup sınıfa giren Duru, çok sevdiği Fatma Öğretmenin sınıfın ortasına bir sahne kurduğunu görmüş. Fatma Öğretmen, bu sahnenin sınıfın sahnesi olduğunu, bundan böyle dersleri sadece kendisinin değil, öğrencilerin de bu sahneyi kullanarak anlatacağını söylemiş. Öğrenciler her Çarşamba günü sahneye çıkıp üç dakikalık konuşma yapacaklarmış. Konu serbest! İsteyen ders anlatacak, isteyen hayvan hakları üzerine bir konuşma yapacak. Öğrenciler, arkadaşlarıyla paylaşmayı değerli buldukları konularda diledikleri gibi konuşabilecekler. Olay bu kadar basit.
Duru bu konuya çok kızıyor. Çünkü “Ya sesim kötü çıkarsa?”, “Ya anlattığımı beğenmezlerse?”, “Ya hata yaparsam?”, “Ya bana gülerlerse?”, “Ya yine Mert’in diline düşersem?” gibi korkuları var. Üzerinde soğuk duş etkisi yaratan Fatma Öğretmenin bu fikri aklında dönüp dururken okuldan eve dönüyor Duru. Dedesi bir sorun olduğunu anlıyor ve bunu onunla paylaşmasını istiyor. Duru meseleyi anlatınca dedesi hemen ilk ara gazı vererek yirmi arkadaşına ders anlatmanın acayip heyecanlı bir şey olduğu söylüyor. Ancak Duru, insanlar karşısında konuşma yapmaktan korktuğunu söyleyince, dedesi tüm tecrübesiyle taşın altına elini sokup bir “çekirge” misali, torununun bu korkusunun üstesinden gelmesini sağlayacak bir hazırlık programı hazırlıyor ve buna da “Heyecan Aşısı” adını koyuyor. Duru dedesinin programını başlarda çok saçma bulsa da, ondan öğrendiklerini yapmaya başlayıp iyi de sonuç alınca bu işe içten içe ısınıyor. Ve “büyük” Çarşamba gelip çattığında sahne, üç dakikalığına Duru’nun oluyor…
“Heyecan Aşısı”nın yazarı Yavuz Yiğit, ilk kez Barış Manço’nun Adam Olacak Çocuk programına hazırlanırken mikrofonu eline almış. Programa çıkamamış ama mikrofonu da o günden bu yana elinden hiç bırakmamış. Resmi bayramlarda, ders sırasında söz almak için parmağını en yükseğe çıkarak öğrencilerden biri olmuş hep. Otuz yıldır, şiir gecelerinden tiyatroya, münazaralardan televizyon programlarına kadar pek çok kez sahneye çıkıp “söz almış”. Bu konuda da kendini sürekli eğitmiş. “Heyecan Aşısı” da Yavuz Yiğit’in bu tecrübelerinin sonucu ortaya çıktığı belli olan bir kitap. Çok iyi çizilmiş bir karakter olan Duru’nun derdini ağlak bir abartıya kaçmadan, dozunda bir çocuk heyecanıyla okura yansıtan Yavuz Yiğit, bu sayede, Duru’nun yaşadığı korkuyu hisseden onlarca çocuğa tercüman olmuş. Öte yandan, girişte belirttiğim gibi, özellikle Duru’nun dedesinin “Heyecan Aşısı” hazırlık programının, çocukları kalabalıklar önünde söz almaktan çekinen anne ve babalar için de bir örnek belirttiğini teşkil edip yazıyı noktalayalım. Zira heyecan yapmaya gerek yok!
Yazan: Burak Soyer
İlk yorum yapan siz olun