Masal’ın İstanbul Maceraları Beyoğlu ve Galata adlı iki kitabıyla İstanbul’un tarihine tanıklık eden Ece Erdoğuş Levi, Damla Karakuş’un sorularını yanıtladı…
Bu, Ece ile ikinci buluşmamız. İlkinin üzerinden sadece zaman değil, pek çok şey geçti. Dünyanın düzeni de algısı da ne çok değişti. Biz, bu süreçte arkadaş olmanın yolunu bulduk, yollarımız yeniden kesişti. Ece de bu pandemi sürecinden raflarda yer bulan iki güzel kitapla çıktı: Masal’ın İstanbul Maceraları-Galata ve Masal’ın İstanbul Maceraları-Beyoğlu. Söyleşimizin konusu da işte bu kitaplar ve çocuk edebiyatı oldu.
Keyifli okumalar…
BU KİTAP SADECE İKİMİZİN DEĞİL, KIZIMIZLA ÜÇÜMÜZÜN ASLINDA, ÇÜNKÜ KAHRAMANI MASAL
– Ece, bu seninle ikinci röportajımız. Tekrar yollarımız kesişti. Bir dostane “Nasılsın?” ile başlamak isterim ☺
Merhaba, iyiyim, çok teşekkür ederim. İçinden geçtiğimiz bu tuhaf, biraz da zor günlerde yeni kitaplarımın yayımlanması, bu kitapları çocuklarla paylaşmak beni iyi hissettirdi açıkçası. Çocuklar bana sosyal medyadan sesli ya da görüntülü mesajlar gönderiyorlar, “Ece Abla kitabını çok sevdim, yenilerini de yazar mısın?” diye… Büyük bir mutluluk, çok iyi daha iyiyim bugünlerde yani.
– Zor bir dönemden geçiyoruz, dünya bize sınırlarını çiziyor. Bu konuda sen neler yapıyor, nasıl hissediyorsun?
Pandemiyle birlikte birçok anne gibi benim de hayatım çok değişti. İşe giden anneler için farklı, evden çalışan anneler için farklı problemler ortaya çıktı. Eskiden kızım Masal’ı servise bindirdikten sonra hafif bir kahvaltı yapar, hemen çalışmaya başlardım. Çünkü yazarlıkta da editörlükte de mesai hiç bitmiyor. Ama şimdi bütün düzen değişti. Bana eskisine oranla çok daha fazla iş düşüyor. Online dersler, toplantılar girdi hayatımıza. Bir yandan da aslında bulunduğumuz yerden bunların yapılabildiğini, hayatımıza kolaylıklar getirdiğini de gördük. Ben yine de bir arada olmanın, aynı havayı solumanın çok daha samimi olduğuna inananlardanım. Bir de her an her şey olabilir duygusu, tedirginlik var tabii; sanırım sürecin benim açımdan en kötü yanı bu… Umarım en yakın zamanda normal günlerimize döneriz…
– Bu süreçte seri hâlinde iki çocuk kitabı yazdın: Masal’ın İstanbul Maceraları! Bu kitapların çıkış noktası neydi?
Eşim Mario Levi’yle birlikte geçirdiğimiz yıllar içinde, çok daha derin bir İstanbul’la tanıştım. Efsaneleriyle, insanlarıyla, sosyal yapısıyla, barındırdığı kültürlerle, yapılarıyla müthiş bir tarihe sahip bir İstanbul’la… İstanbul’da yaşayanlar dahil olmak üzere, yetişkinlerin bile izlerini gördüğü halde bilmediği yahut hiç farkına bile varamadığı bir tarih yaşanmış bu şehirde. Bunu anlatmak istedim çocuklara. Keşke ben o anlattığım İstanbul’la çok önce tanışmış olsaydım diye düşünerek.
– Yine de çok şanslısın ☺ Mario Levi kitapların da tarih danışmanı aynı zamanda. Birlikte çalışmanın sana kazanımlarını nasıl değerlendirirsin?
Bu kitap sadece ikimizin değil, kızımızla üçümüzün kitabı aslında, çünkü kahramanı Masal. Minik ailemizin ortak üretimi diyebiliriz. Bu durum bizim çok hoşumuza gidiyor. Dahası Masal’a böyle bir anı bırakmak da var. Öte yandan, Mario ile zaman içinde hep birbirimize katarak ilerledik, ilerliyoruz. Bu kitaplar da bunun sonuçlarından oldu.
TÜMÜ İSTANBUL’DA YAŞANDI
– Ne güzel… Masal’ın İstanbul Maceraları iki kitaptan oluşuyor; birinde Beyoğlu’nu diğerinde Galata’yı anlatıyorsun. Beyoğlu’nun tarihinde seni etkileyen detaylar neler oldu?
İstiklal Caddesi’nde bugün artık olmayan yaşantı. İnsanların Markiz gibi pastanelerde buluşup sanatsal, felsefi, edebi ve daha birçok konuda tartışmalar yapmaları, şıklıkları, zarafetleri… Hep denir ya, “Şapkasız kravatsız Beyoğlu’na çıkılmazdı.” diye, beylik bir cümle haline gelmiştir denilebilir. Evet öyle, ama bu sırf kılık kıyafetle ilgili değil, ardında onu oluşturan bir eğitim var, kültür var, davranış var, aile hayatı var. İstanbul’un Fransızca başta olmak üzere çok lisanlı bir şehir olması, farklı dillerde kitaplar satan Hacette Kitabevi diye, üstelik çok da popüler bir kitapçıya sahip olması…
– Sayacak ne çok şey geliyormuş insanın aklına, şimdi sen söyleyince fark ettim. Lütfen, devam et…
Beyoğlu’nun İstanbul’un batılı yüzü olması, yani Avrupalı gibi yaşamak isteyenlerin tercih ettiği bir yer olması. Nitekim binaları da öyledir, o dönem Avrupa’da revaçta olduğundan Art Nouveau tarzında yapılmıştır… Venedik’in önde gelenlerinden, Osmanlı Devleti’yle de güçlü ilişkileri olan Bay Gritti’nin oğluna halkın hitap şeklinden ismini alması, Bey’in Oğlu denilerek. Tümü İstanbul’da yaşandı…
– Ya Galata?
1500’lerde İspanya’dan İstanbul’a göçen ünlü bankacı aile Kamondoların yaptırdığı merdivenler, tarihi 1300’lere uzanan ve İstanbul’da Almanca konuşan Katolikler için yapılmış Avusturya Lisesi, Saint George Kilisesi ve Saint George Avusturya Hastanesi… Ve tabii ki Cenevizlilerin inşa ettiği Galata Kulesi ve onun Kız Kulesi’ne aşkını anlatan efsane…
– İki kitaptan da birer alıntı yapmanı istesem, hangi cümleleri seçerdin?
Galata’dan: Masal sus pus olmuştu. Onu sessizleştiren, kendini bir açık hava müzesinde geziyormuş gibi hissetmesiydi. Gök kubbenin altında, şehrin pek de uzak olmayan diğer yakasında, sanki onca zaman kendisinden gizlenmiş bir açık hava müzesi…
Beyoğlu’ndan, Markiz Pastanesi’nden bir sahne: Kara, cafe glase’sinden zarifçe bir yudum aldıktan sonra “Masal’cığım, buradan çıkınca Balık Pazarı’na da uğrayalım, unutturma bana. Hem sonra Hachette Kitabevi’ne ısmarladığım bir kitap vardı. Yoksa Beyoğlu’na gelmiş saymam kendimi… Huyum kurusun!” dedi.
ÇOCUK KİTAPLARI MASAL’DAN SONRA GİRDİ HAYATIMA
– Şimdi neden çocuk kitapları diye genel bir soru da sormak istiyorum, senin yaklaşımını merak ettim.
Çocuk kitapları Masal’dan sonra girdi hayatıma. O kadar çok sevdim ki çocuk kitapları dünyasını, günün birinde mutlaka bir çocuk kitabı yazmak istiyorum duygusu doğdu. Nitekim 2018’de ilk çocuk kitabım Dünya İçin Bir Şans yayımlandı. Çocuklar için yazmak çok çok eğlenceli bence, resimlerle de birleştiğinde müthiş bir sanat çıkıyor bence ortaya. Yetişkin kitapları yazmanın da bende sağalttığı çok şey var… İkisinin de yeri ayrı nitekim.
– Peki, roman ve çocuk kitapları arasındaki farkın senin dünyandaki karşılığı ne?
Hmmm… Çok güzel bir soru. Roman, arkadaşımla bir cafede oturup kahve içmek, hayattan konuşmak… Çocuk kitabı Masal’la eğlence merkezine gitmek.
– Tiyatro bölümü mezunusun. Ardından da karşılaştırmalı edebiyat üzerine yüksek lisansın var. Bu eğitim süreci yazım hayatına nasıl yansıdı?
Çok etkisi oldu. Yazarken yerine koyma bildiğim, deneyimlediğim bir durumdu zaten tiyatroda. Sadece aracım değişti sanki, sahnenin, tekstin yerini kalem kâğıt aldı. Bir de bütünüyle benden olan bir şey çıkıyor sonuçta ortaya. Tiyatroya göre çok daha bireysel yazmak. İyi yazmakla iyi okur olmanın önemine daima inandım, nitekim karşılaştırmalı edebiyat eğitimimde hem çeşitli hem de derinlemesine, eserleri çok yönlü tahlil ettiğimiz okumalar yaptım.
– Kitaplar çizimleriyle de kendine çekiyor. Bu aşamada Elif Sakallı’ya fikir anlamında bir katkın oldu mu?
Ben de çok sevdim çizimleri. Ben, kitabı yazarken aklıma gelenleri paylaştım metinde sadece. Çizimler tümüyle Elif Sakallı’nın dünyasıdır. Zaten çizere müdahale etmek hiç aklımdan bile geçmemiştir, bunu çok tuhaf bulurum, o onun sanatı. Daha ilk resimden çizerin zevkle çalıştığını hissedince her şey bitiyor bence, uyum orada yakalanıyor, güven oluşuyor. Ayrıca beni mutlu ediyor bu durum. Güzel bir buluşma oldu bence.
SANA ÖZEL BİR SESİN VAR
– Yazım dünyasına nasıl girdin?
Yazı dünyasına ilk kitabım Kolpa ile girdim diyebilirim. Ondan önce onlarca defter var sadece, hikâye denemeleri, şiirler… Kendi kendime çalışıyormuşum meğer, bunu ancak şimdiden baktığımda anlıyorum. Bir dil bulma çabası varmış, hikâye nasıl kurulur, yaza çize öğrenmeye çalışıyormuşum.
– Yüksek lisans alanını edebiyat olarak seçmeye nasıl karar vermiştin?
Yüksek lisansa başladığımda iki romanım yayımlanmıştı hali hazırda, hatta başka dillere çevrilmeye başlanmıştı. Karşılaştırmalı edebiyat okumak istemem yazmaktan ziyade koskoca bir mevzu olan edebiyata dair daha çok şey öğrenmekti.
– Yıllar sonra dönüp baktığında yazarlığınla ilgili kendinden duymak istediğin tek cümle ne olur?
Sana özel bir sesin var.
– Yazmaya neden ihtiyaç duyuyorsun?
Daha çok Ece olmak için. Zaman bomboş akıp geçiyor duygusunu yenmek için.
– Peki yazarken nasıl bir Ece var?
Yazarken yalnız, kendiyle yalnız, keşfeden, iyi hisseden, yazdıkça içindeki bir şeyleri hep daha çok tüketmek isteyen bir Ece var. Yazı bittiğinde kendini, önceki durumuna göre daha iyi hissedeceğini bilen bir Ece.
Damla: Teşekkürler Ece, çok keyifli bir sohbetti.
Ece: Ben teşekkür ediyorum Damla, evet çok güzeldi…
İlk yorum yapan siz olun