Cem Yılmaz replikleri ile aranız nasıl bilmiyorum ama Günışığı Kitaplığı’nın şahane çevirisi, David Almond imzalı Yeni Gelen’i anlatmaya başlarken bundan daha iyi bir giriş cümlesi bulamazdım. Hikâyemiz Darwin İlkokulu’na gelen gizemli bir çocukla başlıyor, George. Yeni bir okula başlayan her çocuk gibi o da biraz çekingen, tutuk, sessiz bir tip. Yine de el yazısı şahane, matematikte olağanüstü yetenekli, genel kültürde ise ayaklı bir ansiklopedi gibi. “Merhaba okul arkadaşlarım,” dışında pek bir muhabbeti yok ama siz onu bir de futbol sahasında göreceksiniz, ayağına bir top değdi mi…
Onun da hepimiz gibi iyi olduğu ve pek de iyi olmadığı şeyler var, diye düşünüyor diğerleri. Kıyafetleri, görünüşü, hareketleri tıpkı bizim gibi. Yine de onda tuhaf bir şey var. Ama tabii burada tuhaflıktan ne anladığımız da önemli.
Mesela Daniel’a göre her çocuk biraz tuhaftır ve her çocuktan benzer komutlarla aynı rutini tekrar etmesi beklenir. Tıpkı George gibi. Tıpkı her sabah aynı saatte uyanıp, okula gelip, birbirine benzeyen kare şeklindeki sınıflarda hep aynı sıralara oturan diğer Darwin İlkokulu öğrencileri gibi.
Daniel özgür olmaktan yana, ve kendin olabilmekten. Bu nedenle George ile yakınlaşması uzun sürmüyor. Yine de ondaki tuhaflığın “normal bir tuhaflık” olmadığının farkında. Peki, bu bir sorun mu?
Daniel ve arkadaşları, George ile ilgili gizemi kovaladıkça dev bir sır perdesi aşama aşama açılıyor. Peki, gerçekten kim bu yeni gelen çocuk? Onunla arkadaş olmak mümkün mü? Yoksa o… Korkunç bir canavara dönüşemez değil mi? Bunu anlamanın tek yolu var.
Yeni Gelen, pek çok ayrı detayla beni kendine hayran bırakan bir kitap. Özgürlükçü insanlar ve kurallara körü körüne bağlı olanlar; sisteme uygun öğrenci yetiştirmek yerine öğrenciye uygun sistem tasarlayan öğretmenler; idealler aşkına merhameti unutanlar ve ne olursan ol, seni olduğun gibi kabul eden yakın arkadaşlar. Sayfalar boyu heyecanını koruyan, son ana kadar nefesimi tutarak okuduğum bir hikâye ve Marta Altes’in harika çizimleri ile daha da canlanan o şahane karakterler. Hepsine hayran kaldım.
Bunun, “teknoloji insanlığın yerini alır mı?” temalı bir kitap olduğunu düşünüyordum. Ama öyle bir ters köşe oldum ki. Hem insanlığı, insan hallerini; hem teknolojinin durdurulamaz ilerleyişini, insanın teknolojik bir makine ile kurabileceği “ilişki”yi, -çünkü işin içinde insan varsa kaçınılmazdır ilişki- makinelerin insana benzeyebildiği gibi insanların da makinelere benzeyebildiğini ve hepsinden öte, ikisinin de aynı yaşam döngüsüne sahip olduğunu gördüm.
Ayak bastığımız bu yeryüzünde bedenlerimiz geçici, pek tabii icat ettiğimiz makineler de; ama duygular ve o duyguların beslediği fikirler, asıl geleceğimiz onlara emanet işte!
Bu hikâye, hayvanlara, çocuklara ve iyi kalpli insanlara özgü o sarıp sarmalayan sevgiyi, birlikteliği ve yargılamadan özgür bırakışı yaşayan, yaşatan herkese.
Yaşasın çocuk kitapları.
Yazan: Çiğdem Yalman Kopan
İlk yorum yapan siz olun