Deniz Sessiz, Günışığı Kitaplığı yazarlarından Ömer Açık ile yeni kitabı Hatırlamak İçin Güzel Bir Gün kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Keyifli okumalar.
Bir röportajınızda “Çocuklara her türlü konunun anlatılabileceğini düşünüyorum hatta anlatılması gerektiğine inanıyorum,” diyorsunuz. Sizce her türlü konunun anlatılabilmesinin en iyi yolu nedir?
Sanırım bir kere, bazı meselelerin çocuklar için uygun olmadığı, çocuklara anlatılamaz olduğu düşüncelerinden uzaklaşmak gerek. Bu bilindik deyişle bir önyargı. Bir başka anlam da “olmazcılık”. Önyargılarımızdan kurtulabilir, olmazcı yanımızı bir tarafa bırakabilirsek “nasıl olur, nasıl yaparım” üzerine kafa yormaya başlarız. İlk adım bence bu bakış açısını kazanmak.
Ardından zor konuları alışıldık biçimin dışında nasıl farklılaştırarak ortaya koyabilirim diye düşünmek faydalı olabilir. Ölümü mizahi bir bakış açısıyla, felaketleri fantastik bir gözle, ebeveyn ayrılığını polisiye bir yöntemle anlatmayı düşünmek gibi.
Çocukların yaşamında zaten bu zor meseleler var. Hem de fazlasıyla. Onları koruma yaklaşımıyla hareket etmek yerine konuları masaya yatırıp, farklı bakış açılarıyla ifade yolları aramak daha yerinde olur sanırım
Maalesef ki bir deprem ülkesinde yaşıyoruz. Yaşanan acıları, travmaları özenle ve tüm doğallığıyla öyküleştiriyorsunuz. Bu öykünün size neler hissettirdiğini, varsa zorlayan yanlarının merak ediyorum.
Hikâyenin çıkış noktası deprem gerçeğimiz değil doğrusu. Kızımla mahallemizin parklarında geçirdiğimiz zamanın bendeki karşılığı bu öykü. Deprem konusu hikâyenin akışında kendini kurguya dâhil etti diyebilirim.
Hatırlamak İçin Güzel Bir Gün, Kahramanmaraş depremlerinden çok önce yazıldı. Ancak bugünlerde yayınlanabildi ama. Şimdilerde felaketi bunca sıcak hissederken deprem üzerine bir şeyler yazamazdım herhalde. Depremlerden iki hafta kadar sonra Hatay-Samandağ tarafına arkadaşlarımın yanına gittim. Düşünebileceğim ve öyküleştirebileceğimin çok ötesinde gerçeküstü bir manzarayla karşılaştım diyebilirim. Depremin yarattığı enerji gayet doğal aslında. Biz insanlar doğaya uyumlu yaşamayı seçmediğimiz için sonu yıkım olabilecek ve bize doğaüstü gibi görünen sahnelerin ortasında buluyoruz kendimizi.
Her ebeveynin ortak problemi sanırım, çocukları eğlencelerinden ayırıp eve götürmek, ders çalıştırmak vs. Peki hem bir yazar hem bir eğitimci hem de bir ebeveyn olarak, bu ortak problemi çözmek için siz neler yapıyorsunuz?
Bende bu soruya sihirli bir yanıt çok ne yazık ki. Zaten kitap da bu konudaki yeteneksizliğimin bir kanıtı olarak ortada duruyor. Ancak böyle öykü düzeyinde yaşadığımı anlatma girişimlerim oluyor. Yoksa Güneş’i parktan eve vakitlice götürebilme konusunda hâlâ başarısızım. Bu “vakitlice” sözü aslında şöyle bir açıklama olanağı tanıyor bize: Zaman denilince çocuklarla biz yetişkinler aynı şeyi anlamıyoruz. Bize göre vakitlice olan onlara kalırsa hayli vakitsiz, bize göre zaman kaybı onlar için keyifli zaman geçirme olabiliyor. Zamanı iyi değerlendirmekten bizim anladığımızla onlarınki arasında dağlar kadar fark var. Bizim ultra yetişkin algımızın, çocukların meseleleri kavrayışı düzeyinde pek bir karşılığı yok. Çok çok annem babam öfkeleniyor, diye düşünüyor olmalılar.
Naçizane tavsiyem, biraz olayı akışına bırakmak, çocukla çocuk olmak, parkın oyunun tadını birlikte çıkarmaya bakmak…
Kitabın öne çıkan özelliklerinden biri de toplumda kalıplaşmış cinsiyet rollerini yıkan, aile içindeki iş bölümünü ve dayanışma hallerini örnekleyen sahnelere sahip olması… Sizin evde anne-baba rolleri ve ebeveynlik sorumlulukları için neler söylemek istersiniz?
Evde durum hikâyedekinden çok farklı değil. Bizde iş bölümü diye bir şey yok. Herkes her işten anlıyor ve kimin zamanı uygunsa o işle o ilgileniyor. Çocukla zaman geçirmeye gelince, Güneş kimi seçerse sobelenen “şanslı” kişi biraz o oluyor.
Tabii kitabı okuyan çocukların büyük bölümü için, yalnız annelerin ya da yalnız babaların ama çoğunlukla annelerin yapacağı işler var. Gündelik yaşamlarındaki gözlemleri alışkanlıklarını şekillendiriyor çocukların. Ama kitaplar da bunun için var: Farklı yaşamların varlığını hissedebilmek, bize biçilmiş roller yerine kendimize yeni roller bulabilmek için.
Kızınız Güneş bu anlamlı öyküyü ilerleyen yıllarda ya da şimdilerde okuduğunda neler hissetmesini isterdiniz?
Güneş, hikâyeyi yazdığım ve bitirdiğim sırada benim böyle bir şey yaptığıma inanmıyordu. Parktan bir türlü eve gitmeyişinin öyküsünü yazmam ona göre büyük bir haksızlıktı. Ben böyle bir şey yapamazdım. Ama yaptım. Güneş’in düşündüğü anlamda bir fenalık olarak değil tabii. Kitap çıktıktan sonra, “Ama bu ben değilim ki” demeye, hikâyede anlatılan karakterin kendisiyle ilgisi olmadığını ve taraflı davrandığımı iddia etmeye başladı. Ama sonunda kitabı arkadaşlarına neşeyle tanıtıp sınıf kitaplığına koyan da o oldu.
Güneş bir bakıma haklı. Hikâyedeki o değil, en azından sadece o değil. Bir çocukluk halinin mizahi bir sunumu. Elbette on yıl, otuz yıl ya da daha sonra o da ben de bu kitabı farklı okuyacağız. Kendi kişisel hikâyelerimizin içinde minik bir espri olarak belki de.
Kitabın sonunda dendiği gibi: Hikâyeler böyledir; yol alır, geçmişi geleceğe, insanı insana bağlar.
Röportaj: Deniz Sessiz
İlk yorum yapan siz olun