İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çocuk edebiyatına adanmış bir ömür: Ayla Çınaroğlu


Yaşa Ayla Çınaroğlu! Zaman Masal Demektir. 

Yine kendi dünyamızda, hem yan yana hem de bir başımıza bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu kez kuzeyimiz Ayla Çınaroğlu hikâyeleri ve Mustafa Delioğlu renklerini gösteriyor. Kaçan uykularımız ve güzellemeler arasında akıp giden bir yolculuk bu. “Çocuk edebiyatına gönül vermiş yazarlar dosyası” adını verdiğimiz bu dosyanın nelere evirileceğini, nasıl yollardan geçeceğini hiç bilmiyorduk. Böylesine renkli kapılardan başka başka dünyalara açıldığımız için şanslı olduğumuzu biliyor ve dilimizi ısırıyoruz. Bize yol arkadaşı olduğunuzu bilmek ise ayrı bir sevinç. 

Renklerin, kokuların ve güzellemelerin arasında süren yolculuğumuzda bu kez konuğumuz Ayla Çınaroğlu. 

Bizimle oynar mısınız? 

Şimdi iki çocuk ruhun kaleminden, Ayla Çınaroğlu!

Ayla Çınaroğlu

Özgür’ün kaleminden:

“Koştum,

bir solukta atladım

Ay trenine,

düştüm uykumun peşine.”

(Ayla Çınaroğlu/Uykum Kaçtı @hepkitap2016)

Biz de düşelim kelimelerin peşine, takılalım Ayla Hoca’nın düşlerine…

Çocuk edebiyatına adanmış koskocaman bir ömürdür Ayla Çınaroğlu. Yaşamını çocuklara yazdıklarıyla biçimlendirmiş bir yazardır. 2020 yılında “Unutup Gitmeden” adını verdiği bir eserle, herkes okusun diye yaşam hikâyesini kaleme almış ve eklemiş: “Yaşam öyküleri aynı zamanda özgün birer masallardır.” Hani takıldık ya hocanın düşlerine; o vakit hiçbir yaşamın sıradan olmayacağı gerçeği ile onun yaşam öyküsünde neler bulacağız, bakalım. Güzellemeler’i, Tuhaf Öyküler’i, Denize Doğru’su, Şiirler’i ve daha niceleri…

Dil, insanın memleketidir. Hikâyelerinde kullandığı dili ve kurgunun içindeki üslubu ile her yaşta merak uyandıran, tat bırakan sıcacık bir kalemdir. Çoğu zaman detayları, hikâyenin içinde başrol oyuncuları gibidir. Korktuğumuz Kaplanlı Kazağın sevimli dostlarımıza yatak olması, Duru’nun Kuzulu Kalem Kutusunun doğaya dönmesi, Deniz’in Kedili Donunun kaybolup sonra tekrar bulunması… Ne çok hikâye, ne çok sürpriz!

Ayla Çınaroğlu öncelikle bir sanatçıdır, çocuk kitapları yazarıdır. Yazdıklarının dili, hikâyeleri çocuklar içindir. Eserleri ve çocuklar için yazdıkları hep birbirini destekler niteliktedir. Keyifli ve neşeli bir anlatıcıdır o. 

Hayatın karmaşasından sıkıldığınızda açın bir Ayla Hoca kitabı, rastgele bir hikâyesini okuyun; iyi gelecektir. Çocukları ve dünyalarını daha iyi anlar ve tanırsınız. Yazdığı kitapların sayısı şimdilerde yüzü geçmiş durumda. Hazırladığı müjde niteliğinde yeni kitapları var. Yaşadığı sürece olacak. Şanslıyız, hep kendisinden yazmasını isteyeceğiz. Beni çok heyecanlandıran harika bir projesi daha var: Bankadaki işe yaramaz paraların, amatör ruhlarıyla profesyonel işlere imza atan genç tiyatrocu dostlarıyla sanatsal işlere harcaması ve içindeki tiyatro aşkını her daim taze tutması harika, hatta muhteşem!

Ne güzel ifadeler kullanıyor. “Zaman, masallardan arta kalan sanal bir iz,” diyor. 

“Zaman hiç olmayan bir şeydir.

Adı vardır yalnızca 

Gölgesi, izleri vardır

İzler masallara dönüşür zamanla

Zaman masal demektir. 

Hiç olmamış, olmayacak bir şeydir.” 

(Ayla Çınaroğlu/Olmayan Zamanda Bir Ada “Safir Gözlü Kız” @Kırmızıkediyayınevi 2014)

Çınaroğlu’nun hayvanlara olan sevgisi çok meşhurdur. Kedilere, köpeklere, doğaya olan sevgisi ile beraber yaşadığı canlılar, yani özetle onu en iyi tanımlayanlar hikâyelerinin içinde olurlar. Yazdığı her kitabı okuduğumda hayranlığımın katlanarak artıyor. Tavsiye ederim. Ayla Çınaroğlu hikâyeleri kısa zamanda alışkanlık yapıyor. Yaşınız ne olursa olsun mutlaka kendinize bir hikâye bulabilirsiniz. Vakit kaybetmeden “Zaman Masal” diyerek Ayla Çınaroğlu okuyalım ve okutalım…

Damla’nın kaleminden: 

Adana’da sokaklar, caddeler turunç ağaçlarıyla süslüdür. Benim çocukluğumun sıradan ve mis kokulu görüntüsüydü bu. Üç Turunçlar masalını anlatan nine torununa turunç için, “Bulabilirsen satın alabilirsin, alabilirsen de yiyebilirsin belki tabii. Amaaa…” diyordu… 

Klavyenin başına geçtiğimde içimden geçen ilk cümleler bunlar oldu. Sanıyorum böyle dan diye başlayarak biraz kafa karıştırdım, ama bir çocuksanız ve anlatacak çok şeyiniz varsa böyle olur. Şimdi ben bir çocuğum ve siz benim Ayla Çınaroğlu güzellemeleri ile çıktığım büyülü yolda bana eşlik eden arkadaşlarımsınız. Çoğunuzun kim olduğundan, nerede yaşadığından ya da en sevdiği meyvenin ne olduğundan haberim yok, ama biliyorum ki, şimdi gözleriniz pırıl pırıl. İnanmıyorsanız bir aynaya bakıp gelin, ben beklerim. Çünkü arkadaşlar bekler.

Peki ben bu başlangıç noktasına nasıl geldim? Hep Kitap ve Notabene Yayınları’ndan gelen birkaç Ayla Çınaroğlu kitabı varsu elimde ve ben Turunca Güzelleme’ye tutuldum. Adana sokaklarında, o zaman sıradanlaştığı için bir değer yüklemeyi akıl edemediğim -bilemiyorum belki de zamanı henüz gelmemişti- turunç ağaçlarının yanında yürümeye başladım.  Akdeniz’in onları kucaklayan bir yöresinde yaşadıysanız turunç sıkılmış salatayı mutlaka tatmışsınızdır. Oraya aitseniz sizin için sıradan bir lezzettir, evet. Sevmezsiniz de o acımsı tadı belki. Ama sonra çok özlersiniz. Çocukluk böyle bir şey işte…

Yaşam eğer bir yolculuksa çocukluk, onun en uzun soluklu bölümü. Kaç yaşında olursan ol referansların hep o zamana ait. Sevdiklerin ve sevmediklerin arasında bir ip üzerinde yürürken pek az şeyi fark ediyorsun ve sonradan fark ettiklerin mucizenin ta kendisini oluşturuyor. Uykum bir beyaz bulut olup gözlerimden kayıp gidiyor. Bu düşüncelere yine bir gece uykum kaçınca dalıyorum. İşte bu anlatının hikâyesi, o kaçışta yazılıyor. Çınaroğlu’ndan Uykum Kaçtı kitabı kitaplığımdan göz kırpıyor ve ardı kesilmiyor. Çünkü her hikâye seni tam da ihtiyacın olduğu anda yakalıyor. Demek ki diyorum, turunçların kokusunu duymaya ihtiyacım varmış. 

“Uykumu sorarsanız,

onun keyfi yerinde.”

(Ayla Çınaroğlu/Uykum Kaçtı @hepkitap2016)

Elimde Çınaroğlu’na ait beş güzelleme öyküsü var: Turunca Güzelleme, İncire Güzelleme, Elmaya Güzelleme, Ormana Güzelleme ve Zeytine Güzelleme. Pek çok kitabında olduğu gibi hepsinin renkleri Mustafa Delioğlu’na ait. Çınaroğlu’nun hikâyelerinde bir şey var, bir ses sizi hep hem çok uzaktan hem de yakından çağırıyor. Bu mesafe olsa olsa içimizdedir. İnsanın en yakını da en uzağı da yine kendisi değil mi nihayetinde? Kaçan uykum mu güzel kokuları burnuma dolduruyor, kendimle özdeşleştirdiğim bu hikâyeler mi bilmiyorum, ama şimdi masamda bir kase dolusu incir reçeli var; kuru incirden yapılmış. Kaşıkladıkça kaşıklıyorum. Yutkundukça çocuk olduğum gerçeği yadsınmaz bir hal alıyor…

Ben bu güzellemelerde bahsi geçenlerden dördünü severken birine hiç ısınamadım hayatım boyunca. Evet, turuncu, inciri, elmayı severim. Ormana tutkunum. Orman deyince şimdi aklıma geldi; küçükken babamla ağaçlar temalı bir oyunumuz vardı. O, bana herhangi bir zamanda karşılaştığımız bir ağacın adını sorardı ve ben her seferinde cevabını ondan almak istediğim sıkılgan bir sesle, “Ağaaaç!” derdim. Ağaçların hepsinin adı ağaçtı. Yıllar geçti üstünden, sonra ben o ağaçların Latince isimlerini ve onlar hakkında daha pek çok şeyi öğrendim. 

Hayat nasıl da bir salkım üzüm ya da kapı önünde kırılmış bir nara benziyor, değil mi? 

Hepsi iyi güzel de zeytini hiç sevemedim. Ağaçta duruşunu sevdim, o ağaçlar arasında yürürken mutluluğun tanımını bulduğum oldu, şifasını kabullendim, değerini hep bildim, ama iş onu yemeye gelince, olmadı. Yiyemedim. Yine de hikâye burada da bitmedi. Çünkü aslında hikâyeler bitmez, birbiri ucuna ilişir. Çınaroğlu onları çarşaf çarşaf ne güzel bağlıyor…

Kitaplarla geçen bu uzun ve renkli gecede hafızam şenlikli bir gökkuşağı, hayvanların özgürce dolaştığı bir orman, yollar boyu uzanan ağaçların kokusunu içine çeken bir kız çocuğu şimdi; uzun saçları rüzgârda dağılmış, toplamaya ihtiyacı yok, kedisiyle aynı bardaktan su içecek kadar yakın arkadaş olmayı başarmış… Çocukluğu kapıda, öylece ondan bahsedişini izliyor. Kedi, masanın ucundaki bardaktan su içmeye devam ediyor. 

Sonra kitaplıktan bir başka Çınaroğlu kitabı sesleniyor: 

“Bir kaplan,

On yedi kedi,

Dokuz kuzu, 

İki ördek, 

Bir panda, 

Bir tavşan ve 

Sayısız uçuç böceği…

Gidiyoruz haydi!”

(Ayla Çınaroğlu, Tuhaf Öyküler/ @notabeneyayinlari)

Sonra ne mi oluyor? 

Ne olsun, kalkıp gidiyoruz…

Not: Yine kendimden (belki biraz fazla romantik) bir alıntı ile bitirmek istiyorum: 

Unutma! İnsanlar gider, filmler biter, kelebekler erkenden ölür. Sen yoluna bak, yol uzasın, sen yorul, ama asla vazgeçme!


Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir