Bir kahve sohbetinde doğan fikirden bu yana kısa da olsa güzel bir yol yürüdük. İki kişi çıktığımız bu yolculukta bize arkadaş oldunuz; çoğaldık. Hazırladığımız dosyalar bizim kıymetlimiz, zamanla da sizin sevdiğiniz içeriklere dönüşüyorlar. Ara vermek durumunda kaldığımızda anladık ki, siz de yazmamızı bekliyorsunuz. Olanları dilimizi ısırarak izliyoruz. Her bir adımda çoğalarak yazmak, okumak, paylaşmak ne güzel…
“Çocuk edebiyatına gönül vermiş yazarlar” dosyamızın bu haftaki konuğu Mustafa Orakçı. O, aynı zamanda bizim sevgili öğretmenimiz. En az bir kitabını okumuşsanız, bunu siz de hissetmişsinizdir. Okumadıysanız da bu yazıdan sonra okuyacağınıza eminiz.
Gerçeklerle hayaller arasında bir çizgide hikâyeleri, anlatımı ve maceralarıyla konuğumuz ve biz buradayız.
Bizimle oynar mısınız?
Şimdi iki çocuk ruhun kaleminden, Mustafa Orakçı!
Özgür’ün kaleminden:
Sizi bilmiyorum, ama ben nitelikli çocuk kitapları okumaya bayılıyorum. Damla Abla ile sizler için dosyalar hazırlamaya başladığımız gün, temel ilkemiz nitelikli çocuk edebiyatına ömrünü adamış yazarlardan seçkiler yapmaktı. Ne mutlu bize ki hâlâ bu yolda emin adımlarla yürüyoruz. İçindeki çocuk ruhunu hiç kaybetmeyen yazarları çok seviyor ve onlara değer veriyoruz. Zaten güzel hikâyeleri yazan özel yazarları sizlere daha yakından tanıtmak bizim görevimiz.
Şimdi size harika bir yazardan söz etmek istiyorum: Mustafa Orakçı. Benimki de laf, elbette sizler tanıyorsunuz kendisini. Bunu biliyorum. Nereden mi biliyorum? Sabırsızlanmayın hemen anlatıyorum. Hani sizlerle karşılaştığım okul etkinliklerinde ve kitap fuarlarında çantanızda ya da koltuklarınızın altında çok kere meşhur Levent serisini görüyorum ya! Hemen soruyorum “Seviyor musunuz Levent serisini?” diye, hep bir ağızdan “Evettt, çok seviyoruz!” diyorsunuz. İşte bu cevaplardan anladığım kadarıyla Levent serisini ve Mustafa Orakçı’yı hem takip ediyorsunuz hem de severek okuyorsunuz. Çocuk olmak kolay değil! Tebrik ederim sizleri. Pekiyi neden mi tebrik ediyorum? Çünkü Mustafa Orakçı bu sevgi ve beğeniyi, hayal dünyası ve kalemiyle fazlasıyla hak ediyor.
Bu sabah sizlere Mustafa Orakçı’yı daha yakından tanıtmak için son kitaplarından “Levent Kurtarma Operasyonu Troya Hazinelerinin Peşinde” adlı eserini taze taze okudum. Notlar tuttum, hatta sayfaların arasında beğendiğim satırların altını çizdim. Bu seferki bambaşka bir Levent macerası, benden söylemesi. Levent ve tayfası yine yeni yepyeni bir maceraya, geziye çıkıyorlar. Neşeli yolculuklar, başka coğrafyalar, kamp eğlenceleri, çadır maceraları, müze ve antik kent ziyaretleri hepsi ama hepsi sizleri bekliyor. Satırlar arasında, sanki yazar ve onun hayal dünyasında gezintiye çıkıyorsunuz. Macera hiç yakanızı bırakmıyor. Bazı yerlerde soluğunuz kesiliyor, bazı yerlerde gülmekten karnınıza ağrılar giriyor. Kitabın ve maceranın hiç bitmesini istemiyorsunuz. Hele bir de “Cesur Taş” olayı var ki, sormayın gitsin. Ben tabii ki burada size her şeyi anlatmayacağım kusura bakmayın, ipucu vermeyeceğim. Mustafa Bey kızabilir. Ama ufak ufak olabilir, yani nasıl söylesem tadımlık satırlar gibi.
Doğanın tadını çıkarmak isteyen Levent ve tayfası Çanakkale’nin özgün coğrafyasını gezerken, zaman tüneline giriyor, sizleri de beraberinde sürüklüyor. Pek keyifli, okumaya başlayınca bir solukta bitiveriyor. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. Bu arada Mustafa Orakçı Çanakkale doğumluymuş, insanın doğduğu coğrafyayı anlatması da pek keyiflidir herhalde.
Ben nitelikli çocuk edebiyatında dili çok önemsiyorum. Dil, insanın memleketi gibidir. Mustafa Orakçı eserlerinde kullandığı dile çok önem gösteren bir yazar. Anlatımdaki süslemeleri ve tayfanın arasındaki diyaloglamalarda öz Türkçemize özen gösteren yapısı hepimiz için büyük bir şans diye düşünüyorum. Tebrikler Mustafa Orakçı!
Şunu çok iyi biliyoruz ki, iyi anlatılan bir hikâye giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Mustafa Orakçı hikâyelerinde kurguya özen gösteren bir yazar. Özellikle “Anahtar Kağan” serisinde herşeyin mektupla başladığı gizemli ve ilginç maceraların anlatıldığı hikâyeler bunun en güzel örnekleri.
Nitelikli çocuk kitapları takım çalışmasıdır; genel yayın yönetmeni, çizeri, editörü ve yazarı… Görüyoruz ki Mustafa Orakçı ve ekibi, kitaplarını yayına hazırlarken takım ruhunu çok başarılı yansıtıyorlar. Alkışlar bütün takıma, yani yayınevi çalışanlarına gidiyor.
Mustafa Orakçı bir öğretmen ve bu yüzden hikâyelerini çocuklara nasıl anlatması gerektiğini de çok iyi biliyor. Çünkü mesleği gereği sınıfındaki çocuklarıyla belki ailesinden daha fazla vakit geçiriyor. Yazdıkları eserlerin samimiyeti bence buradan geliyor. Yazar olarak kendini öğrencilerinden besliyor bu çok belli.
Hikâyelerinde heyecan verici, gizemli, ilginç konu ve konuklarından asla vazgeçmiyor. Karakterlerin kısa tanımlarından sonra hemen bir maceraya atılmaları tesadüf değil. Ayrıca hikâyelerinde doğal şartlarda iyi ve güzel olanı verebilen bir yazar, yani didaktik değil, bu bir yazar için çok kıymetli bir meziyet diye düşünüyorum. Seri hâlinde kitaplar yazmak zordur, bilgi ve birikim gerektirir hele ki bir de tarih ile harmanlayıp öğrencilerin hikâyenin içinde eğlenirken öğrenmelerini sağlamak muhteşem başarıdır. Tebrikler Mustafa Öğretmenim!
Benim için en kıymetli olanı nedir, biliyor musunuz?
Tiyatro sanatçısı olduğum için başarının kıstası, oyunun finalindeki seyircinin alkışları edebiyatta ise kitabın finalinde okurun yazılanı sevmesi ve tavsiye etmesi. Görüyorum ki Mustafa Orakçı’nın kitapları hem okunuyor hem de tavsiye ediliyor. Çocuklar beğeniyor, bizlere de Mustafa Orakçı’ya şapka çıkartmak kalıyor.
Hikâyeleriniz hiç bitmesin, çocuklar bekliyor!
Damla’nın kaleminden:
“Tekrar merhaba!”
Birkaç haftalık zorunlu bir aranın ardından böyle başlamak geçti içimden. Araya zaman girse de hiç hissedilmeyen, kaldığı yerden olduğu gibi devam eden dostluklar vardır ya, işte şimdi tam olarak öyle hissediyorum ve size sevgili Mustafa Orakçı’nın Uçuk Kaçık Maceralar serisinin dördüncü kitabı “Bitirim İkili – Çoook Uzak Doğu’da”da seslendiği gibi sesleniyorum…
Yeniden buluştuğumuza ve selamlaştığımıza göre başlayabilirim; bu kez Orakçı kitaplarından söz edeceğim. Odağıma çocuk kitaplarını aldığımdan beri ufkumun turuncu çizgisi sanki daha belirgin. O çizgiye bir ton daha katan isim de bugün Orakçı. Uzak Doğu’ya kadar varan hikâyelerin, Matterhorn Dağı’na tırmanan kedinin, Levent’in maceralarının takipçisi olacağımı ve çocuk dünyama dönüp o meraklı hâlimi yeniden bulacağımı hiç düşünmezdim. Daha başlarken ilk dosyada demiştim ya hani, çocuk edebiyatı asıl büyüdükçe anlaşılıyormuş diye; her dosyada bir kez daha kendime kanıtlıyorum bunu. Bir de küçük bir sır vereyim mi? Ben sanırım bu dosyanın kendime düşen payını en çok kalbimi büyütmek için hazırlıyorum…
Şimdi gelelim öğretmenim Orakçı’dan -evet onun hayalimde çocuk yanımın bir zamanlar öğretmeni olmuş olma ihtimalini seviyorum- öğrendiklerime… Bitirim İkili’de yer alan Kukumav Kuşu Diye Bir Kuş’u okurken ilkokul yaşlarıma döndüm. Ne zaman bir köşeye çekilsem Ummuş “Hah, yine daldın gittin. Ne düşünüyorsun öyle kukumav kuşu gibi Cülüğüm?” derdi. Kukumav kuşunun nasıl bir kuş olduğunu anlatan bu bölümde, bana neden öyle dendiğine kendimce bazı anlamlar yükledim ve şimdi yaşımın kaç olduğunun hiçbir önemi yok. Hafızam o anın fotoğrafını çoktan çekti, öğretmeniyle paylaşıyor. Mustafa Öğretmenim, gördünüz mü?
Anılarımdan sıyrılıp konumuza dönersem, Orakçı kitaplarının en sevdiğim yanı anlatım tarzı, akışı oldu. Diliyle, sadeliğiyle, anlatımı ve hikâyelerinin ilgi çeken konularıyla, bir öğretmenin eğlenceli ve bilge tavrının çocuklara yansıyan yanını seviyor insan en çok. Bu arada unutmadan resimleyenleri de anmadan geçmek istemem. Sevgili Derya Işık Özbay, Sezen Aksu Taşyürek ve Berk Öztürk’ü kutlamak gerek. Bir çocuk kitabının hikâyesini daha canlı kılan kesinlikle o renkler…
Biz bir ismin dosyasını hazırlamak istediğimizde Özgür’le kitapları bölüşüyoruz. Mustafa Orakçı’nın o kadar çok kitabı var ki, seçimi yayınevine (Timaş Çocuk) bıraktık. Benim payıma üç kitap düştü: Bitirim İkili, Levent-Doğu Ekspresi’nde Soygun ve Dağa Tırmanan Kedi. Çocuk edebiyatına adanmış bir ömrü anlamaya üç kitap yetmez biliyorum, ama hikâyelerin içinde kaybolurken fark ettim ki, sevdiğim çocuk kitabı yazarları hanesine bir isim daha eklendi.
Böyle aklıma gelen her şeyden bir tutam bahsederek koşup geçtiğim girişin ardından, Orakçı’nın en sevdiğim kitabına geldim: Dağa Tırmanan Kedi. Okumadım, su gibi içtim ben bu kitabı. Öyle ki sadece onun için bir inceleme yazabilirim. Biliyorum, okur dostları Orakçı’nın en çok Levent serisindeki hikâyelerini seviyor, ama benim kedilere aşık ruhum bu kitabı gözbebeği yaptı. Çünkü hikâyesi gerçek, bayılırım böyle gerçek hikâyelere. Orakçı’nın cümlelerini merak edip okuyun isterim. Ben size önce gerçek hikâyeden bilgiler vereyim. Ama baştan eklemeden geçmeyeyim, hikâyenin sonunu çok seveceksiniz. Çünkü sıcacık…
Tırmanışçı kedi, tüm engelleri aşarak Matterhorn Dağı’na tırmanıyor. Dağcılar aslında onu bir noktada fark ediyor, ama zorlu bölgeleri aşamayacağını düşünüyorlar. Uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından 4478 metredeki zirvede dağcılara katılan kedi, herkesi şaşkına uğratıyor. Ve dağcılar, madalyalarını onunla paylaşıyorlar. Sizce de madalyayı hak etmemiş mi?
Bu olay, 10 Eylül 1975’te “25 Yıl Önce” başlığıyla yayımlandığında Times Gazetesi’ne, Birstall Leicester’dan Christopher R. Simpson adında biri, bu korkusuz kedinin hikâyesini çok iyi bildiğini anlatan bir mektup yazıyor. Verdiği bilgiye göre 18 Ağustos 1950’de dağa tırmanan kedi, İtalyan rehberin sırt çantasında Riondet kulübesine dönüyor. Simpson ve rehber Alfred Biner, sonunda kediyi yaşadığı Belvedere Oteli’ne ulaştırıyor. Yine Simpson’ın yazdığına göre, cesur kedi tırmanış sırasında sadece dört aylık…
Bazen gerçekte yaşananlar en şaşırtıcı kurgudan daha şaşırtıcı olabiliyor. Bir yazar yazsa inanmakta güçlük çekeceğimiz hikâyeler, gerçek hayatın gerçek kurguları. İşte kitapta Pati adıyla hayat bulan o cesur kedi, Orakçı’ya müthiş bir tırmanışın hikâyesini yazdırıyor. Hiç farkında olmadan okuru geçmişe doğru uzanan bir yolculuğa çıkarıyor…
“Tırmanış devam ettikçe, kedi daha çok şey hatırladı. Sanki zirveye değil de geçmişine yolculuk yapıyordu. Geçmişine tırmanıyordu. Gökyüzündeki kulübe, artık gözle görünür ve elle tutulabilir olmuştu. Aynı anıları gibi… Artık anılarını daha iyi hatırlıyor hatta kokusunu alabiliyordu.” (Sayfa 37)
Bugüne kadar bir tırmanış olabilecek yolculuğumun hikâyesinden geçmişime doğru uzanan yolu düşündüm. Siz de bir anlığına gözlerinizi kapatıp düşünün. Zaman kaybetmeden. Şimdi. Hemen. Her bir hatıranın kokusunu tek tek hatırladığınızda pek çok şeyi aynı anda ve yeniden fark edeceksiniz. Sonra Pati’nin tırmanış anından bir ses gelecek kulağınıza:
“Eyvah, düşeceğim! Biz kediler uçamayız ki!” (Sayfa 11)
Peki ya insanlar, onlar uçabilir mi?
Aslında merak ettim, şimdi siz ne düşünüyorsunuz?
Not: Bu yazıyı bugünü kalbime mühürleyen bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
“Bir ağaç öldüğünde, bir anlamı veya etkisi olmayan düşünü başka bir ağaç devralır. İşte ağaçların ölmemesinin sebebi budur. Kendi varoluşlarından habersiz, zamandan ve ölümden azat edilmişlerdir.” (Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler, Olga Tokarczuk, sayfa 244)
Mustafa orakçı beyefendinin kalemini siz de yalın bir dille anlatmışsınız. Merak etmemek mümkün mü!
Emeğinize sağlık.