Yazan: Aylin Altıntopuz
Kökleşmiş alışkanlıklarımızın pandemi gerçeğiyle hızla değiştiği bir dönemde, tüm dünya olarak belki ilk kez bu denli ortak bir duygudaşlık içindeyiz. Küçükten büyüğe, gencinden yaşlısına hepimiz yeni normale uyumlanmaya çalışıyoruz.
Peki, içinde bulunduğumuz durum eğitim ve öğretime nasıl yansıyor? Bu soru(n)un sadece eğitimcilerin değil, ebeveynler, öğrenciler, eğitim ve öğretimle doğrudan ya da dolaylı ilişkisi olan hemen hemen herkesin zihnini meşgul ettiğini varsayıyorum. Zira katıldığım seminerler, konuyla ilgili gündeme oturan hararetli tartışmalar insanların bu noktadaki konuşma ihtiyacını gözler önüne seriyor.
Genellikle yan yana, iç içe anılan, birbirinden bağımsız görmeye pek alışık olmadığımız eğitim ve öğretimin ortak amacı karşımızdakine bir şeyleri öğretme ve o kişide oluşacak davranış değişikliğidir.
Bunun yanı sıra eğitim, öğretilmesi amaçlanan bilgi ya da deneyimlerin çoğunlukla informal yani yapılandırılmamış, planlanmamış ve kuralları keskin olmayan olan bir ortamda;
Öğretim ise belli bir süreyle sınırlı, planlanarak yapılandırılmış bilgiler ve deneyimlerin kuralların belirgin olduğu ortamlarda aktarılmasıdır.
Basit bir örnekle;
Bir annenin çocuğuna ayakkabısını bağlamayı öğretmesi eğitim iken,
Bir öğretmenin müfredat çerçevesinde önceden belirlediği bir zamanda çeşitli etkinliklerle ayakkabı bağlama becerisi kazandırması öğretimdir.
F.W. Robertson’ın “Öğretim sınıfta biter, fakat eğitim ancak hayatla beraber sona erer” sözü bu ayrımın daha net anlaşılmasına ışık tutabilir. Evet! Eğitim ailede başlar, okulda devam eder. Buna göre her öğretimin içinde eğitimin olduğunu ancak her eğitimin içinde öğretimin olmadığı çıkarımını yapabiliriz.
O halde okulların evlere taşınmak zorunda kaldığı yeni normal düzenin adı uzaktan eğitim mi yoksa uzaktan öğretim mi olmalı?
Soru eğer doğrudan bana yöneltilmiş olsaydı, cevabım uzaktan eğitim değil “uzaktan öğretim” olurdu.
Zira uzun yıllar mesleğini okul çatısı altında bizzat öğrencilerle icra eden biri olarak, eğitim kavramının içini dolduran olmazsa olmaz noktaları:
Çocuklarla organik bir iletişim kurmak, bunu çoğu zaman sözlerden ziyade gözler ve beden diliyle sağlamak,
Akademik beklentilerden önce onarla duygusal ve güven bağı oluşturmak,
Onları sosyal ve duygusal deneyimlerini en yoğun edindikleri yer olan okul ve sınıf ortamında gözlemlemek,
Öğrenme, karar verme, problem çözme ve daha pek çok beceriyi kazanma sürecinde yan yana, can cana rehberlik etmektir.
İnteraktif platformlar üzerinden gerçekleşen öğretim faaliyetlerini zenginleştirebilmek, öğrencileri ekran başında enerjik tutabilmek adına geliştirilen uygulamalara neredeyse her gün bir yenisi ekleniyor. Eğitim ve öğretimin baş kahramanları olan okul-aile ve öğrenci üçlüsü de sürece uyumlanmada kendi paylarına düşeni, şartlar el verdiğince yerine getiriyor.
Hal böyle olunca sıkça duyduğumuz “Krizi fırsata dönüştürme “ hamleleri dijital kaynaklara erişimde sorun yaşamayan kesim için bir noktada amacına ulaşırken, imkanları kısıtlı ya da hiç olmayan büyük bir kesim için olası başka krizlere davetiye çıkarıyor. Nispeten şanslı sayılan grup bile okul ortamında gidermesi gereken sosyal ve duygusal ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Çünkü bu şartlar dahilinde okul-aile-öğrenci üçgeninin özneleri için öncelik, müfredatı yetiştirme kaygısı ekseninde akademik kazanımlara veriliyor.
Sözün kısası öğretim zaruri nedenlerle eğitimi gölgede bırakıyor…
Günümüz yeni normalinde ise eğitim evde başlayıp yine evde devam ediyor.
İlk yorum yapan siz olun