Nereye gidiyorsun, günlük hayatın tekdüzeliği içinde sıkça duyduğumuz bir sorudur? Son günlerde yaşadığımız salgın, yangın ve selden sonra hepimiz dünyaya ve insanlığa belki bu soruyu sorduk. Kitabın başkişisi Argiris’e annesinin sorduğu bu soruyla aynı adı taşıyan Sienkiewicz kitabı çağrışım yaptı hafızamda. Aynı soruyu Hristiyan efsanelerine göre Ermiş Peter, İmparator Neron’un zulmünden kurtulmak için Roma’dan kaçarken yolda karşılaştığı İsa Peygamber’e soruyor. İsa’nın cevabından daha ilginç bir cevap veriyor Argiris: Yaşamaya! “Hayat benim için ne demek? Gerçekten yaşıyor muyum, yoksa yaşıyor gibi mi yapıyorum?” Robert Louis Stevenson, Dr. Jekyll ile Bay Hyde kitabında, “Bir soru sormak bir taşı yerinden oynatmak gibidir. Siz tepede sessiz sedasız otururken taş yuvarlanmaya başlar ve başka taşları da beraberinde sürükler.” diyor. Argiris tıpkı bu sözde bahsedildiği gibi bir sürüklenmenin ardından -Zoe Karelli’nin bir şiirini okuduktan sonra yaşadığı aydınlanma sonrasında- kendi ifadesiyle “deli gömleğiymişçesine” saran soruların kuşatmasından kendini dışarı atıyor. Antik Yunan’da Homeros’tan önce de şiirin var olduğunu düşünürsek nasihat, bilimsel bilgi ya da bir uzman dokunuşunun değil de şiirin böylesi bir etki yaratması Yunan medeniyetindeki kadim şiir kültürünün günümüzdeki yansıması olarak düşünülebilir. Aydınlanmanın şiirle olmasını, ayrıca şiirsel bulduğumu da belirtmek isterim.
Gelelim bu aydınlanma öncesine, yerel şebekedeki arızanın bir salgın gibi bütün ülkeye yayılmasına. Roberto Vacca’nın Yakın Geleceğin Ortaçağı’nda anlattığı kıyamet tasarısına benzer durumların yaşandığı bu sabaha Argiris bir kâbusla uyanıyor. Kendini mücadeleci bir gladyatör olarak hissedene kadar birkaç kez daha, vatanım dediği ailesinin dağılmasını yaşayan bu çocuğun kabuslarına tanıklık ediyoruz. Kâbusları ne zaman bitiyor? Mücadele gücünü içinde hissettiğinde, iyilik yaptığında, karanlığıyla arkadaşlık etmekten vazgeçip onunla savaşmaya hazır olduğunda. Yaşadığı karanlığın asıl sebebi elektriğin yokluğundan değil iletişimsizlikten, sevginin kıymetini bilmemekten. Bunu gören, etrafına (ailesine) gösteren ve gerçek bir gladyatöre dönüşen Argiris oluyor.
Annesine babasıyla neden boşandıklarını sorduğunda annesinin açıklamalarıyla ikna olmayınca, beni anlamaya çalış, diyor annesi. “Anne babaların çocuklarını anlamaya çalışması gerek, çocukların onları değil. Benden bu istediğin çok saçma. Hangi donanımımla seni anlayayım?” sözlerine tanık oluyoruz. Önemli kararların eşiğinde odak noktasının çocuklar olması gerektiği, çocuk gözünün yalınlığıyla verilmiş. Alınan kararda çocuğun fikrinin alınmaması, yasların uygulanması sırasında bazen insan faktörünün de gözetilmesi gerekliliği kitapta ajitasyona varmayan bir gerçeklikle verilmiş. “Kanunlar mutsuz ediyorsa yerine ne konmalı?” sorusu, Argiris’in anne ve babası arasında seçim yapmak zorunda bırakılması, sonrasında her yaştan okurun içinde tortu olarak kalacaktır. Okuru çocuk olarak düşünülen kitaplarda hassas konular işlenirken gerçekçi davranmak, çocuğu birey olarak kabul etmek demek bir bakıma. Babasıyla iletişime geçmeden önce annesiyle aralarında geçen diyaloglar Argiris’in içsel haritasını okura tüm çıplaklığıyla yansıtmış. Bu sayede Argiris’in geçirdiği değişim, yaşadığı buhranlara okur da ortak edilmiş. “Kreşteki çocuklar bile annemle babam gibi kavga etmiyordur. Ayrıca kreştekiler kavgadan sonra barışıp yeniden oyuna başlar, ama yetişkinler, kavga ettiklerinde yeniden birlikte oynamazlar.”
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş misaliyıllardır görmediği, sesini duymadığı babasının eksikliğini ayrılık sonrası alınan pahalı cep telefonundan uzak kalınca derinden hissediyor ve içsel bir sorgulamaya başlıyor. Anne ve babası gibi kuş b…undan perçin yapmaya çalışmıyor, meşakkatli de olsa hayatını etkileyen sorunu halletmek için harekete geçiyor. Yola çıkarken yaptığı hazırlık, insanın ne kadar teknoloji esiri olduğunu göstermesi açısından mühim. Küresel felaketlere gebe dünyamızda
STEM eğitimlerinin verilmeye başlandığını düşünürsek gelecek nesillerin serencamı için umutlanıyorum. Argiris ve arkadaşlarının şehirde yaşanan krize müdahale için gelen askeri birliklere yardımları ve sonrasında yaşadıkları duygu durumunu bir kenara bırakıp aklımdaki sorulara yönelmek istiyorum. Askerler yardım için gelinceye dek hiçbir sivil toplum örgütünün ortada görünmemesi, Yunanistan’ın politik durumu ve tutumu sebebiyle mi? İkinci olarak da bazı yerlerde açıkça belirtilen devlet ve hükümet eleştirisine rağmen, askeri birliklerin gelişiyle övgüye dönüşen ifadelerin yer alması, Yunanistan’da edebiyata yönelik sansürün bir neticesi mi?
Babasının babaannesiyle yaşadığı köye baktığımızda Yunanistan’da değil de Türkiye’de bir köy hissine kapılıyorsunuz. Kahvehaneler, soba üzerinde pişen kahveler ve kestaneler, yabancı birine ikram edilenlerden para almamalar, acıkıp susamadığına dair sorular… Elektrik kesildiğinde okulda öğretmenlerine espri yaparken sıkça kullandıkları Kykloplar ile bizdeki Tepegöz’ün ezelden kardeş olduklarını da hatırlayalım. Bunca müşterekliğin kol gezdiği coğrafyada kaderlerimizin benzerliklerle çizilmesini iki kültürün dostluğunun nişanesi olarak okurların sol göğsüne iliştirelim. İliştirelim ki bu şekilde yazılan kitaplar okuma bayramında takılan kurdele sevinçlerindeki heyecanları yaşatsın. Kitabın pek çok yerinde Argiris ve arkadaşları mitolojiye ve edebiyata dair unsurları günlük hayatlarında kullanıyorlar. Yunanistan’daki çocukların mitolojiye bu kadar hâkim olması, bizdeki durumu sorguladığımda hayli geride olduğumuzu düşündürdü.
Argiris’in babaannesini ziyareti, Maria ile tanışması, babasıyla annesi arasındaki ilişki için yaptıkları bir çeşit enstalasyon olarak değerlendirilebilir. Çünkü darmadağın olmuş bir hayatın kırıklarından oluşturduğu yaşamı birkaç günde gerçekleşen dönüşümün ardından, artık “Kış göğü, sanki gizlice bizi izler gibi görünen yıldızlarla doluydu.” dedirtecek kadar büyülü bir hal almış. Argiris, kalbinin yönlendirdiği eliyle; adını söylemeden, ona içini döküp kalbini açtığı bir mektup yazarak Maria’ya ithaf emiş bu kitabı -bende bıraktığı etkiyi ve Argiris’in yaptığı çizimleri düşünürsek. Vassiliki Nevrokopli ise tüm kız çocuklarına.
Yazan: Ayşe Yazar
İlk yorum yapan siz olun