Mor Masallar bize yüzyıllardır anlatılan, öğrendiğimiz kalıp masal yargılarına karşı, onları yenileyen, özgün bakış açısıyla kız ve erkek çocuklar için yazılmış masallar sunuyor bizlere. Kentini Arayan Çocuklar da ise kentli çocukların neye ihtiyaç duyduğu, kent adına neler yapılırsa geleceğe dair daha duyarlı yetişkinlerin yetişebileceği yönünde hikâyeler bir araya geliyor. Çocuklar için derlenmiş fakat yetişkinlerin de okuması gerekli olan Mor Masallar ve Kentini Arayan Çocuklar odağında Elif Çelebi ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj: Aynur Kulak
–İlk olarak çocuklarla ve çocuk kitaplarıyla olan bağın nasıl oluştu bunu konuşarak başlamak isterim.
Oğullarımın ikisi de yoğun çalıştığım dönemlerde dünyaya geldi ve onlarla yapabildiğim tek şey uyumadan önce kitap okumak ya da hafta sonu resim yapmaktı. Yanlarında olamamak bana nasıl dert olduysa, tüm evi boya kalemleri ve kitapla doldururdum. Boyalarla resim defterleri çabucak biterdi, ne yazık ki kitapların hepsini okuyacak yeterli zaman hiç olmadı. Kendi kendime çok sormuşumdur, ‘çocuklar hızla büyüyor bu kadar kitabı neden alıyorum’ diye. Meğer hepsi kendim içinmiş ve çocuk kitabı okumanın yaşı yokmuş. Çocuklara kendimce masal anlatıp hikâyeler uydururdum, beğendiğim kitapların kurgularını hayretle karışık övgüyle okurdum. Nasıl bu kadar iyi yazıyorlar deyip mimar olduğum için bırakın yazmayı bunu düşünmeye bile cesaret etmezdim. “Annemin Çocukluğu Nerede?” kitabının yazarı Dilge Güney’in avukat olduğunu öğrendiğimde içimde bir kuş kanatlandı. Hem yoğun çalışıp hem kurslara gitmeyi denedim ama olmadı tabii. Ta ki mesleki sorunlar nedeniyle istifa edip üstüne pandemiye denk gelene kadar… Uzaktan eğitimlere öyle bir sarıldım ki hiçbir şey yazamasam bile çocuk edebiyatının önemini kavramak bana yetti de arttı. Bu söyleşiyi yapmamıza vesile olan her iki projeyi gerçekleştirmek ise bırakın hayali, aklımın ucundan geçmezdi. Nevzat Süer Sezgin’le tanışmak, sonrasında beraber çalışmak, kendisinin bana kazandırdığı yetkinlikler, Eksi 18 Edebiyat Topluluğu… Her biri büyük şans oldu benim için.
–Mor Masallar’ı konuşarak devam edelim. Biraz anlatır mısın bizlere Mor Masallar’ı? Bu fikir zihinlerde ilk nasıl oluştu, sonra nasıl projelendirildi ve doğumu nasıl gerçekleşti? Bittiğinde tam da istediğiniz fikri gerçekleştirebilmiş miydiniz?
Bunu yanıtlayabilmem için önce biraz topluluktan ve yaptığı işlerden bahsetmem gerek. Eksi 18 Edebiyat Topluluğu, sadece çocuk kitapları hazırlamaz, çocuk edebiyatını kendine mesele edinmiştir. Özellikle derleme kitap projeleri, Covit19’dan çocuk haklarına, hayvan sevgisinden uzaktan eğitime kadar birçok konuda mutlaka toplumsal bir sorunu odağına alır. Gönüllü yürütülen tüm işlerde, 18 yaş altı bireylerin okuma tutkusunu besleyecek edebi eserlerin oluşturulması ve etkinlikler yoluyla çocuğa ulaştırılmasını sağlamak önceliktir. Topluluğun, sürekli kendini yenileyerek daha iyiye ulaşma hedefiyle ortaya koyduğu, yedi tane aktif yürütülen projesi var. (www.eksi18edebiyat.org) Her projede, farklı rollerdeki katılımcılar çok yönlü düşünmeye rehberlik ediyor.
Sadece topluluk katılımcıları için düzenlenen “Eksi 18 Kampüs” de bunlardan biri. Uzmanlar eşliğinde çocuk edebiyatının derinliklerine indiğimiz derslerin birinde masal konusunu işlemiştik. Ders sonrası yaptığımız sohbet ise Mor Masallar’ın doğum yeri oldu. Tabii ki bu derse gelene kadar kişisel uyanışımdan tutun da, İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline kadar birçok etken beni toplumsal cinsiyet eşitliği içerikli okumalara çoktan yöneltmişti. Masal dersini işlerken elimde zaten Nevzat Öğretmenimizin kızı Sosyolog Dicle Koğacıoğlu adına hazırlanmış “Türkiye’de Cinsiyet Kültürleri Kitabı” vardı. Masallardaki cinsiyet eşitsizliği, Dicle ve içimdeki üretme hevesi birleşince de Mor Masallar ismi çıkıverdi ağzımdan. Anında proje ekibini oluşturup nasıl bir yol izleyeceğimizi konuşmaya başladık. Nevzat hocam ve doktor yazar arkadaşım Gülay Pamuk’la birlikte, tamamen gönüllülük esasıyla yürüttüğümüz projeye tüm enerjimizi verdik. Öyle bir sinerji oluştu ki, kitabın her aşamasına sirayet etti. Eşsiz anlatımıyla her bir görsele yüreğini katan (kesinlikle abartmıyorum) ressam Beste Örge Sağlam bambaşka diyarlara kapı açıp masal içinden masal çıkardı. Yakın Kitabevi basım sürecini üstlendi. Usta sanatçılar Jülide Kural ve Tilbe Saran da sesleriyle masallara can verdi. (Hktm | Mor Masallar – YouTube)
Sponsor firma HKTM’nin, kitabın satışından elde edilecek gelirin Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’na aktarılması kararı ise dayanışma fikrimizle örtüştü. Böylece Mor Masallar, hayal ettiğimizden çok farklı boyutlara yükseldi.
–Mor Masallar’ı oluşturmadaki motivasyonunuz tam olarak neydi? Çocuklar ve onlara anlatılan masallar adına ihtiyaç duyulan, yani tam olarak olmayan şeyler nelerdi ki, sizler Mor Masallar kitabını oluşturmaya karar verdiniz?
Son yıllarda kadın kahramanları ön plana çıkaran çocuk/yetişkin filmleri çoğaldı. Masallarda bilinçaltı simgeler ve genetik hafıza kullanılarak ataerkil, evlilik, bekâret, güzellik ve rekabet gibi unsurlar çerçevesinde bireylere kültürel kod haritası çizildiğini ifade eden araştırmalar yapılmaya başlandı. Masalların bu yönünü ifşa eden çok sayıda yetişkin kitabı yayımlandı. Çocuk edebiyatında da en bilinen masallar, toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında yeniden yorumlandı ve günümüze uyarlandı. Tüm bunlar değişmekte olan sosyolojik ve toplumsal yapının ihtiyacından doğdu. Hepimiz, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilinçlendikçe dinlediğimiz, izlediğimiz her şeyi sorgular olduk.
Yüz yıllardır tekrar ederek, günümüze kadar gelmiş masallarda, bilinçaltına yerleşen ve farkında olmadan normalleştirdiğimiz kalıp yargılar ne yazık ki var. Peki çocuklar, zihinlerini işgal eden bu hatalı kodların farkında mı? Ülkemizde bu tür sorgulayıcı davranışın çocuğa kazandırılması ne yazık ki ebeveyn/bakım veren ya da öğretmenin bireysel çabasına bağlı. Öyle ki, çocuklar çoğu zaman neye maruz kaldıklarının farkında bile değiller. Geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan, 6 yaşında evlendirilen kız çocuğunun yıllar sonra radyodan dinlediği program sayesinde istismara uğradığını fark etmesi ne yazık ki bir masal değil, ülkemizin kabul edilemez acı gerçeklerinden biri… Dolayısıyla her gün daha yüksek sesle, bıkmadan usanmadan çocuk ve kadın haklarını savunmalı, girdiğimiz her ortamda elimizden geldiğince anlatmalıyız. Böylece sadece kalıp yargılar barındıran masallara değil, maruz kaldıkları hak ihlallerine de karşı çıkabilen nesiller yetişecektir.
İşte tam da bu hedefle en çok, çocukların okuduklarına ve karşılaştıkları olaylara eleştirel yaklaşması önemli dedik ve tüm bu sorgulamalara zemin hazırlayan, eski masalların cinsiyetçi klişelerini tekrarlamayan alternatiflerinin olduğu Mor Masallar’ı oluşturmaya karar verdik.
–Derleme içerisine giren masalları nasıl seçtiniz?
İlk olarak kurgunun eşitlikçi, paylaşımcı ve dayanışmacı olup olmadığına baktık. Metinleri okurken hep birbirimize soruyorduk “bu metin mor mu değil mi?” Her birinin toplumsal cinsiyet eşitliğini destekler nitelikte olmasına özen gösterdik. İkinci olarak da masal niteliği taşıyıp taşımadıklarını sorguladık. Olağanüstü olaylar ve hayal ürünü kahramanlar var mı? Bu özellikleri sağlayan 20 adet masalı seçtik ve üzerinde detaylı çalışmalar yaptık. Tüm yazarların kadın olması da projeyi destekleyici bir tesadüf oldu.
Mor Masallar’ın devamı gelecek mi? Beyaz, pembe, sarı, mavi masallar gibi mesela? Var mı böyle bir düşünce?
Mor Masallar; başlangıç fikri, mor rengin anlamı, Dicle’ye ithafı, eşitlikçi masalları, dayanışmacı ekibi, kitap gelirinin Mor Çatı’ya aktarılması, PEN Yazarlar Derneği tarafından 2022 yılı Ekim ayı kitabı seçilmesi ve son olarak da sponsor HKTM desteğiyle Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üzerinden neredeyse tüm Türkiye’ye ücretsiz dağıtılması açısından bütünlüklü bir proje oldu. Devamı ancak çocuklarla buluşup etkinlikler düzenlenmesiyle gelebilir ki Eskişehir Masal Şatosu, Müze Gazhane ve ÇYDD şubelerinde etkinlikler yapılmaya başlandı. Diğer renklere gelince, neden olmasın? Siz sorana kadar hiç düşünmemiştim ama her bir renk için farklı anlamlar şimdiden üşüştü aklıma.
–Kentini Arayan Çocuklar. Bu çocuk kitabı üzerine de konuşmak isterim çünkü, gündemi tam anlamıyla nokta atışı bir yerden yakalıyor. Bu kitabın aşamaları nasıl gerçekleşti? Neden kentini arayan çocuklar üzerine hikâyeler yazılsın istediniz?
Yine “kent ve çocuk” da toplumsal cinsiyet eşitliği gibi son yıllarda sıkça konuşulmaya başlanan, Avrupa Birliği desteğiyle birçok sivil toplum kuruluşunun çalışmalar yürüttüğü önemli bir konu. Kent ve kentleşme özellikle ülkemizde gündemde kalması gereken, bilimsel çalışmalar eşliğinde üzerine yoğunlaşılması gereken başlıklar. Ne yazık ki ancak depremler olduktan sonra akla geliyor.
Mesleki eğitimim gereği, kentleşmeyi aslında ne kadar yanlış anladığımızı, sadece konut inşa etmek ve araç yolları yapmaya indirgediğimizi kolaylıkla ve üzülerek söyleyebilirim. Üst üste yaşadığımız doğal afetlerin felakete dönüşmesinin asıl nedenleri, alınan hatalı kararlar ve eksik/yanlış uygulamalar. Kent, çok boyutlu ele alınması gereken organik bir oluşum. Her bölge için ayrı çalışmalar yapılması, şehrin her katmanı için farklı bilimsel yöntemler uygulanması gerekir. Bununla birlikte kentler; insanı, hayvanı, doğası, mirası, yapılaşmasıyla bir bütün olarak değerlendirilmeli. Toplum sanki sadece sağlıklı yetişkinlerden oluşuyormuş gibi farklı yaş ve cinsiyet gruplarını dışlayan kentlerin ne kadar eksik, ayrımcı ve adaletsiz olduğunu açıkça belirtmek gerek.
Eksi 18 Edebiyat Topluluğu bünyesinde, katılımcıların yetkin olduklarını düşündükleri konularda sohbet düzenlediği dönemde, ben de kente çocuk özelinde odaklanarak sorunları dile getirmiştim. Aslında hepimizin kentiyle ilgili bir derdi, söyleyecek sözü olduğundan konu ilgi gördü ve hemen projeye dönüştürmem istendi. Yine Nevzat Süer Sezgin rehberliğinde, eğitimci danışman Yusuf Çağlayan ve ben, Eksi 18’lilerin desteğiyle 31 tane öyküden oluşan bir derleme kitap hazırladık.
Öykülerin, çocukların kentte karşılaştıkları zorlukları mercek altına almasına özen gösterdik. Böylece kurguda yer alan her mekân, çocuklarla birlikte hikâyenin kahramanı olmuş oldu. Tüm metinler tamamlandığında gördüm ki çoğumuz, çocukların özgürce oynayabilecekleri, kendilerini ait hissedebilecekleri kentleri yazmışız. Kitabın ismi “Kentini Arayan Çocuklar”ı da projenin son aşamasında bulmuş oldum.
–Bırakalım kent veya ülke, çocuklarımızın tam olarak sokak, sokakta oynamak, sokakta sosyalleşmek gibi bir kavramları yok maalesef. Bunu sadece teknolojiye mi yormak lazım yoksa yetişkinlerin kent yaşamını yanlış planlamalarına mı? Kitap içindeki hikâyelerin bu anlamda ana izleği ne ya da ne olması üzerine duruldu en çok?
Çocukların eve kapanmasında teknolojiyle birlikte pandeminin de etkisi büyüktür. Her ne olursa olsun çocukların; davetkâr bir park, kent ormanı ya da geniş oyun alanlarına sahip bir kente dâhil olmak için çok da direnç göstermeyeceklerini düşünüyorum. Çocukların kendi ihtiyaç ve boyutlarına uygun olarak tasarlanmış kentlere aidiyet hissetmeleri kolay olacaktır.
Kadın, yaşlı, çocuk, engelli… Her bireyin evinden dışarı adımını attığında kendini güvende hissetmesi elzem. Zaten toplumdaki tüm bireylerin haklarını, ayrım yapmaksızın, adil bir şekilde gözetirsek kent ve kentleşme tanımlarını doğru yorumlamış oluruz.
Kitapta da özellikle; kentte doğduğu halde yaşadığı çevreyi deneyimleyemeyen, yeni bir hayat kurma hayaliyle kente göç eden, çalıştırılan, yaşamsal varoluşlarının yapıtaşı “oyun hakkı”na ulaşamayan, hızlı değişim/dönüşüm sonucu hafıza kültürü edinemeyen, özgürce koşamayan, ağaca tırmanamayan, kuşları gözlemleyemeyen, çamurda zıplayamayan, bazen kentin büyüklüğünde bazen de dört duvar arasında kaybolan… Kısacası kent yaşamı içinde temel bedensel, sosyal, duygusal, bilişsel ve cinsel gelişimleri eksik kalan, tüm çocukların sesi olmaya çalıştık.
–Çocuklar kent yaşamının neresinde? Kitaptaki hikâyeleri okuduğumda her yerinde ama gündelik hayata baktığımda hemen hemen hiçbir yerinde. Gerçekten böyle mi ya da varlar ama biz mi görmüyoruz, bakmıyoruz onlara? Kentlerimizi çocuklarımızla nasıl paylaşıyoruz?
İstanbul özelinde düşünürsek, çocukların yardımsız ve güvenli bir şekilde hareket edemediklerini dolayısıyla kenti yaşayamadıklarını söyleyebiliriz. Kaldırım ya da yaya yolları üzerine park eden araçlar, bitmeyen şantiyeler, durmayan nakliye kamyonları, bunların hepsi, birçok şehrimizde olduğu gibi kent yaşamında erişilebilirliğe engel oluyor. Çocukların gidebildiği tek güvenli yerler parklar fakat orada da çoğunlukla statik elektrik üreten plastik içerikli yapay malzemeler kullanılıyor.
Çocuk, kent yaşamı içinde varlığını gösteremeyen bir varlık. Günümüzde sokak oyunları yok olmaya yüz tutmuş, devasa bina ve caddeler her yanı işgal etmiş durumda. Bedensel ölçülerinin büyük kentlere uyum sağlayamaması, yoğun trafik içinde güvenliklerinin olmaması, kalabalık ortamlarda savunmasız kalmaları onların inisiyatifinde değil.
Kamusal haklarını hiç kullanamayan, gelir düzeyi yüksek kesimlerdeki kentten yalıtılanlar ile engellilerden tutun da, geçim sıkıntısı nedeniyle çalıştırılan, afet, savaş vb. nedenlerle ailesini kaybeden ya da göç edenlere kadar tüm çocukların, fiziksel ve psikolojik kentsel zorluklar yaşadığı önemsenmeli. Bununla birlikte çocukların kendini ifade edebilecekleri bir aile ortamı genel olarak yok, sosyal bir platform ise hiç yok. Özellikle karar veren konumdaki yetişkinlerin, çocukların kentlerde; mekânsızlık, yalnızlık, hareketsizlik, yabancılık, iletişimsizlik, zorbalık, çalıştırılma gibi durumlarla baş etmeye çalıştığını fark etmesi gerekiyor.
Çocukların toplumun birer bireyi olarak kentlerde var olabilmesi için; kolay uyum sağlayabilecekleri mekânlara, özgürce hareket edebilecekleri yeşil alanlara, güvenli iletişim kurabilecekleri ve kendilerini ifade edebilecekleri sosyal platformlara ihtiyacı var. Onların gerçek dünyayla bağ kurabildikleri mekân olan kentte en çok oyun hakları gözetilmeli.
–Her iki kitapta da çizgi anlatımlar, grafik çizimler, renkler önemli bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Kimlerle çalıştınız bu konu ile ilgili ve bu kapsamda çizgilerin, grafiklerin, illüstrasyonların anlatılan hikâyeye katkısını konuşabilir miyiz?
Mor Masallar’ı anlatırken Beste’den bahsetmiştim. Kentini Arayan Çocuklar’ın kapak görseli ve iç resimleri için de projeye, sanatçı Hasan Karaca destek verdi. Ekonomik çekincelerden dolayı iç sayfalardaki illüstrasyonlar renkli basılamasa da, Hasan Karaca’nın neşeli karakterleri ve dinamik perspektifleri, okurun daha okumaya başlamadan öykünün içine girmesini sağlıyor.
Özellikle çocuk kitaplarında resimler metinlerle eşdeğer önemde. Kiminde resimle metin dengeli yerleşebilir, kiminde metin üstün gelebilir, bazılarında da metin hiç olmayabilir, sessiz kitaplar örneğin. Çizgi roman ya da grafik romanları ayrı bir yere koyarsak, yetişkin kitaplarında görsel olup olmaması ekonomik gerekçelerle birlikte, teknik bazı detaylar nedeniyle yayınevlerinin tercihine bağlıdır diye düşünüyorum. İllüstrasyon sevdalısı bir okur olarak her kitaba bir sanatçının eşlik etmesi beni mutlu ederdi açıkçası. Ayrıca okurken gözümde canlandırdıklarım dışında sanatçının hangi sahneyi seçip nasıl yorumladığını görmek ayrı bir heyecan bence.
–Çocuklar ve yaşadıkları kentler ile ilgili, onların kent yaşamlarıyla ilgili yeni kitaplar gelecek mi? Bundan sonraki projelerinizi merak ediyorum aslında. Yeni kitaplar gelecek mi?
Eksi 18 Edebiyat, oldukça üretken bir topluluk. Hâlihazırda basılmayı bekleyen üç derleme kitap dosyası var. Yeni başlayacak projeler de mutlaka olacaktır. Şimdiye kadar benim için bir fikir üzerine proje üretmek, projenin hazırlık aşaması, arka plan çalışmaları, organizasyonu ve editoryal düzenlemeleri oldukça heyecan vericiydi. Bundan sonra bireysel bir çalışmam olur mu bilemem ama çocuğun üstün yararını gözeten, eğlendiren, düşündüren, okumayı sevdiren kitaplar hep yazılsın isterim.
–Pandemi, ekonomik kriz, sıcak savaşlar ve yaşadığımız bir doğa olayı sonrası felaketler. Çocuklar ve yetişkinleri gözlemleyen, gelecek nesillerin nasıl şekillendiğini gören biri olarak umudun var mı? Yoksa bile umutlanmak için neler yapmalıyız?
Dünya üzerindeki eşitsizlik, yoksulluk, doğal/siyasi afetlerden en fazla etkilenenlerin kadın ve çocuklar olduğu net. Eril düşünceden vazgeçip eşit, adil ve paylaşımcı çözümler üretmek gerek.
Kent ve çocuk özelinde ise şu detayın altını çizmek isterim; çevresel koşulların, şehir merkezindekilerden dezavantajlı bölgedekilere kadar tüm çocuklar için iyileştirilmesinin hayati önem taşıdığını ve yaşanabilir bir çevrede yetişen çocuğun gelecekte kentine, ülkesine sahip çıkan yetişkin bir birey olabileceğini ortaya koyan bilimsel araştırmalar var. Dolayısıyla çocuk özelinde tasarlanmış kamusal alanların ve yapıların, her yönüyle barışçıl olacağını ve aslında toplumdaki her bireyi kapsayacağını yürekten söyleyebilirim.
Umut hep olsun. İhtiyacımız olduğunda duygusal olarak beslenmek, sığınabilmek için kitaplar, edebiyat ve sanat yanı başımızda bulunsun. Son günlerde sıklıkla andığım kitapları sizinle de paylaşmak isterim. “Çocuk, Köstebek, Tilki ve At” kitabının her yaştan okura değmesini, “Kuş Olsam Evime Uçsam”da savaş mağduru Beşir’in mücadelesinin hepimize umut vermesini ama en çok da “Yeraltı Canavarı”ndaki Van depremini deneyimleyen Umut’la birlikte 6 Şubat depremlerinden etkilenen hiç kimsenin unutulmamasını dilerim.
.
İlk yorum yapan siz olun