Yazar, eğitmen ve gelişim lideri Yasemin Sungur, yeni kitabı “Atatürk’ten Sana: Gençliğe Hitabe’nin İzinde” ile çocuklara sadece Atatürk’ü anlatmakla kalmıyor; düşünmeyi, düşlemeyi, üretmeyi de öneriyor. Cumhuriyet’in 102. yılında, Atatürk’ün sesini bugünün diliyle çocuklara ulaştıran Sungur, “Söz yere düşmesin,” diyor.
-Yasemin Hanım, sizi yakından tanımayan okurlarımız için sormak isterim: Yazarlık, eğitimcilik ve düşünce üretimi yolculuğunuz nasıl başladı?
Ben her zaman bir öğrenciydim, hâlâ da öyleyim. Çocukken en çok kitap okumayı, insanları gözlemlemeyi ve sorular sormayı severdim. Merak, hayatımın merkezinde hep yer aldı. İş hayatına çok genç yaşta başladım; yönetim, liderlik ve iletişim alanlarında uzun yıllardır çalışıyorum. Ancak zamanla fark ettim ki, insanın en güçlü yönü bilgi değil, farkındalıktır. Bu farkındalık beni yazmaya, düşünmeye ve deneyimlerimi paylaşmaya yöneltti. Bugün bir gelişim lideri, eğitmen, yazar ve sohbetçiyim. Gelişim Enstitüsü, Martı Kitap Kulübü ve Martı Dergisi gibi projelerle hayat boyu öğrenme ve okuma kültürünü yaygınlaştırmaya çalışıyorum.
“İşine duygularını karıştırır” derler benim için; çünkü işim insanla, kalple, değerlerle ilgilidir. Yazmak da benim için bir tür paylaşma biçimi — insanla, doğayla ve düşünceyle kurulan bir bağ.
–Siz bir yazar, eğitmen ve aynı zamanda bir Cumhuriyet kadınısınız. “Atatürk’ten Sana: Gençliğe Hitabe’nin İzinde” kitabınızı çocuklar için yazmaya nasıl karar verdiniz?
Bu kitap uzun yıllardır içimde büyüyen bir düşüncenin sonucu. Yıllardır eğitimlerimde “Atatürk Gibi Düşün” adlı bir uygulama yapıyordum. Her defasında katılımcıların gözlerindeki ışığı görüyordum; çünkü Atatürk’ü anlamak, bir düşünme biçimini öğrenmektir. Bu uygulama zamanla bir kitap fikrine dönüştü. Bu ilk kitap ve yazmaya devam ediyorum. Örnek aldığım değerli Türkan Saylan’ın “Her eğitimli kadının bu Cumhuriyet’e borcu var.” Sözü motivasyon kaynağım olmuştur.
2018’de bilinçli olarak çalışmalara başladım. Meclis tutanaklarını, Atatürk’ün konuşmalarını, Nutuk’u defalarca okudum. Amacım sadece anlatmak değil, hissettirmekti. Atatürk’ün sesini çocuklara ezberleterek değil, kalplerinde yankı uyandırarak ulaştırmak istedim. “Neden şimdi?” sorusunun cevabı çok netti: Atatürk’ü anlamak ve bugüne uyarlamak konusunda eksiklerimiz var. O yüzden bu kitabı Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına bir davet olarak yazdım.
-Bu kitapta çocuklara Atatürk’ü sadece tanıtmak değil, aynı zamanda düşündürmek istiyorsunuz. Onlara hangi mesajı vermek istediniz?
Her çocuğa şunu söylemek istedim: Atatürk sana inanıyor. Bu inancı hissetsinler istedim. Onun sözleri bir ödev değil, bir güven duygusudur. Çocuklara “düşün, düşle, üret, konuş, paylaş” dedim. Çünkü düşünmek bir eylemdir. Atatürk’ü anlamak, onu yalnızca geçmişte değil, bugünün içinde yaşatmaktır. Kitapta, her bölümde çocukların kendi düşüncelerine yer açtım. Onlara “senin de sözün var” diyorum. Bu kitap, bir görev metni değil; bir özgüven kitabı. Her çocuk, Atatürk’ün sesinde, sözünde kendi gücünü bulabilir.
-Gençliğe Hitabe’yi satır satır anlatıyorsunuz. Sizce Atatürk bu metinde çocuklara ne söylüyor?
Atatürk bu metinde aslında bir ulusun geleceğine güvenini ilan ediyor. “Ey Türk Gençliği” derken sadece bir kuşağa değil, geleceğe sesleniyor. O, çocuklara ve gençlere şunu söylüyor: “Zorluklar olacaktır, ama güç de sizdedir.” Ben bu metni yazarken her satırında o güveni yeniden hissettim. Hitabe, bir komut değil; bir sevgi, bir inanç metnidir. Atatürk, gençlere “kudret sende” diyor. O kudret sadece bedende değil, vicdanda, fikirde ve cesarettedir. Bu kitabı o sesi bugünün diliyle yeniden duyurmak için yazdım.
-Kitabınızda “düşün, düşle, çiz, yaz, canlandır” çağrısı yer alıyor. Çocuklar bu bölümlerle neler yapabiliyor, nasıl yaratıcı olabiliyorlar?
Bu bölümler kitabın kalbi. Çünkü çocuklar yalnızca okuyucu değil, katılımcı olmalı. Her çocuğun öğrenme biçimi farklı: biri yazarak öğrenir, biri çizerek, biri oynayarak… Bu yüzden çocukları sadece okumaya değil, üretmeye davet ettim. “Düşün” bölümlerinde kendilerini ifade etmeye, “düşle” de hayal kurmaya, “çiz” de resimle anlatmaya, “yaz” da kelimelerle ifade etmeye, “canlandır” da ise hissettiklerini yaşamaya yönlendiriyorum. Gerçek öğrenme, yaşadığımızda gerçekleşir. Kitabın bu yapısı çocuklara yalnızca Atatürk’ü anlatmıyor; düşünmeyi, üretmeyi ve özgüveni öğretiyor.

–Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür” dediği çocukları siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Fikri hür çocuklar, özgürce düşünen, sorgulamaktan korkmayan çocuklardır. Vicdanı hür çocuklar ise adalet duygusuyla hareket edenlerdir. Onlar cesur, meraklı, duyarlı ve umutludurlar. Atatürk’ün istediği gençlik tam olarak budur: hem düşünen hem hisseden. Benim için bu çocuklar, dünyanın en güçlü değişim aktörleridir. Onlara sadece bilgi değil, bilinç kazandırmalıyız. Çünkü fikri hür bir çocuk, geleceği yeniden kurar.
-Sizce bugünün çocukları Atatürk’ü nasıl anlamalı, onun hangi yönlerini örnek almalı?
Atatürk’ü bir kahraman olarak değil, düşünen bir insan olarak tanımalılar. Onun en büyük gücü aklı, vizyonu ve kalbidir. Bilimi, sanatı, doğayı, eğitimi yaşamın merkezine koyan bir insandı. Bugünün çocuklarına örnek olabilecek yönü, cesareti kadar merakıdır. Bir fikri savunmak için okumak, araştırmak, çalışmak gerektiğini gösterdi. Onun izinde yürümek demek, sorgulamayı sürdürmek demektir. Her çocuk, kendi içindeki Atatürk’ü bulduğunda Cumhuriyet daha da güçlenir.
-Çocukların Atatürk’ü daha iyi anlamaları için ailelere ne önerirsiniz?
Atatürk’ü çocuklara anlatmanın en güzel yolu onu birlikte yaşamaktır. Çocuklar, büyüklerin söylediklerinden çok yaptıklarını izleyerek öğrenir. O yüzden Atatürk’ün değerlerini, evin içinde yaşatmak gerekir. Adalet, özgürlük, çalışkanlık, sorumluluk ve sevgi… Bunlar günlük hayatın doğal parçası olduğunda, çocuklar Cumhuriyet’in ne demek olduğunu kalpten kavrar. Evde birlikte kitap okumak, düşünmek, konuşmak ve hatta farklı fikirleri tartışmak çocukların düşünme kaslarını geliştirir. Her çocuk kendi sesini duyduğunda özgüven kazanır. Aileler bu süreçte öğretmen değil, yol arkadaşı olmalı. Çocuğun merakına alan açmalı, onun sorularını duymalı. Çünkü Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür” dediği çocuk, önce evde özgürce konuşabilen çocuktur. Kitabın sonunda yer alan yetişkin bölümü bu yüzden var. Aileler o bölümü okuduklarında, her sayfanın bir sohbet fırsatı olduğunu görecekler. Atatürk’ü anlamak, sadece bir tarih bilgisi değil, yaşama biçimidir. O yüzden her evde, her sofrada, her sohbette onun sesine yer olmalı.
-Cumhuriyet’in 102. yılında çocuklara Atatürk’ü anlatmak sizin için ne ifade ediyor?
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına bir kitapla dokunmak, benim için derin bir minnettarlık duygusu. Çünkü Cumhuriyet sadece bir yönetim biçimi değil, bir yaşam biçimidir. Atatürk’ün “Bütün ümidim gençliktedir” sözü her okunduğunda yeniden anlam kazanır. O umudu, çocukların kalbine taşıyabilmek, geçmişle gelecek arasında bir köprü kurmak demektir. Bu kitap o köprünün taşlarından biridir. Yazarken hep şunu düşündüm: Belki bir çocuk bu kitabı okurken, Atatürk’ün sözlerini ilk kez gerçekten anlayacak. Belki o an Cumhuriyet, onun kalbinde yeniden başlayacak. Her cümleyi bu sorumlulukla yazdım. Çünkü Cumhuriyet, yaşandıkça büyür. Her çocuk onu kendi yaşamına kattığında, geleceğimiz güçlenir. Benim için bu kitap bir anma değil, bir yaşatma eylemi. Atatürk’ün fikirlerini bugünün diliyle yeniden anlatmak, çocuklara yalnızca geçmişi değil, bugünü ve geleceği de emanet etmek anlamına geliyor. Cumhuriyet’in yüz ikinci yılında, “Atatürk’ten Sana” sözüyle başlayan bu yolculuk, aslında hepimizin içindeki çocuğa da sesleniyor.
-Son olarak, çocuklara bir cümleyle Atatürk’ün sesini ulaştırmak isteseniz ne söylersiniz?
“Sen yalnızca geleceğin değil, bugünün de gücüsün. Tut. Söz yere düşmesin.” Bu cümle
kitabın kalbidir. Çünkü Atatürk’ün sesi sadece geçmişten gelen bir ses değil, bugün de bize yön veren bir çağrıdır. O ses, her kuşakta yeniden doğar, her çocuğun kalbinde farklı bir anlam bulur. Yazarken hep şunu hissettim: Ben o sesi taşımak için yazıyorum, anlatıyorum ancak onu yaşatacak olan çocuklardır. “Söz yere düşmesin” demek, o emaneti taşımak, o sesi duyurmak demektir.
Bir çocuk “Atatürk bana da sesleniyor” dediğinde, Cumhuriyet yeniden nefes alır. Bu kitap o nefesi hissettirmek, o sesi kalplere ulaştırmak için yazıldı. Çünkü Atatürk’ün sesi susmaz, sadece dinlenmeyi bekler. Her çocuk, o sesi duyduğunda içindeki ışığı fark eder. O ışık büyür, söze dönüşür, yaşamın her alanına yayılır. O alanın oluşması için biz çocuklara, gençlere alan açalım. Ve o söz, yere düşmeden, sevgiyle, saygıyla elden ele geçsin.









İlk yorum yapan siz olun