İnceleme: Sevim Şentürk
Şunun en baştan altını çizmek gerek: Abdullah Harmancı iyi bir hikâye anlatıcısı. Onun bilhassa çocuklar için kaleme aldığı öyküler, genç dimağlarla nasıl iletişim kurulur, onlarla nasıl etkileşim hâlinde olunur, bunun en başarılı örneklerinden. Timaş İlk Genç kitaplığından çıkan Bir Şehir Kalbimi Çaldı, denildiği gibi okuru, rüya mı yoksa gerçek mi sorusunun peşine düşürüyor.
“Bütün Şehirler Sevilmeyi Bekler”
Anlatıya göre, Melek ve senelerdir Türkiye’de yaşamayan Dilek adındaki iki kuzen, dedelerinin rehberliğinde köklerinin bulunduğu şehri keşfetmeye başlarlar. Bir lokantadan dedelerinin “Şimdi tam karşıya bakın” talimatını büyük babalarının tuhaf hareketlerinden biri olduğunu zanneden kuzenler, çok geçmeden inanılmaz bir sahneyle göz göze gelir. Bugün Ardahan’ın Damal ilçesinde yaz aylarının ikindi vaktinde ortaya çıkan Atatürk siluetidir bu, onları hayrete düşüren olay. Evet, şehrin tesadüfleri ve kentin incelikli zamanlarında yolculuk başlamıştır artık: “Dünyanın bütün şehirleri gizemlidir. Dünyanın bütün şehirleri ilginçtir. Dünyanın bütün şehirleri gezilmeyi ve keşfedilmeyi bekler. Sevilmeyi, okşanmayı, beğenilmeyi, anlatılmayı bekler. İnsan ne kadar karmaşıksa şehir de o kadar karmaşıktır. İnsan ne kadar derinse şehir de o kadar derindir.”
Dede, iki torununa şehirlerin asıl fotoğraflarını gösterir. Onları âdeta büyülü bir gerçekliğin içine bırakır. Erzurum-Palandöken’de yer çekimine meydan okuyan dağı gören kuzenler, şaşkınlıklarına şaşkınlık katarlar. Ardından yolları, Manisa’nın Spil Dağı’ndaki ‘Ağlayan Kaya’ya düşer. Araya girip şunu kaydedeyim: Yazar; her bir bölüm sonuna koyduğu bilgilendirici ve okuyucuyu araştırmaya sevk eden bilgi notlarıyla nefis bir iş çıkarmış. Çünkü böylesi bir kurgudan memleketin zenginliğine varıyorsunuz, sayfaları çevirdikçe gitmediğiniz, görmediğiniz yerleri not alıyorsunuz, hatırlatalım.
On Dört Çocuklu Kadının Feryadı…
Dağdaki bu efsaneye dönersek; köyün ovalık alanında coşkun bir dere akıyormuş. Birdenbire çok yağmur inmeye başlar, dere taşar. Köyde ne kadar tarla ve ne kadar tarla işçisi varsa hepsini birkaç dakika içerisinde alıp götürür bu su. Tarlalarda çalışan tek bir insan bile kalmaz. Kadın dereye doğru koşarken yapacak bir şey kalmadığını anlar. Çocukları selin suyuyla toprağa, çamura kapılıp gitmiştir artık. On dört çocuklu kadın, on dört yavrusunu bir selde kaybetmiştir. Bütün ülkede kadının acıklı hikâyesi dilden dile anlatılmaya başlar. Zavallı kadın böyle acılar içinde yanıp yakılırken birkaç gün sonra karşısına o hep küçümsediği eltisi çıkıverir. Hiç çocuğu olmamış kadınla on dört çocuğunu birden kaybetmiş kadın bir an göz göze gelir. Yavrularını kaybeden kadın söyleyecek bir söz bulamaz. Dizleri üstüne tam da ‘Ağlayan Kaya’ adı verilecek taşın önüne yığılıverir. Kadının feryatları kayaya, taşa dönüşür ve acılar içinde çığlıklar atarken öylece taş kesilir. Dede, bu hikâyeyi torunlarına anlattığında herkes üzülür hâliyle.
Bir Kente Soru Sormak!
Sözün özü Abdullah Harmancı, Bir Şehir Kalbimi Çaldı’da kalemiyle çok güzel bir rehberlik yapıyor. Onun cümlelerinin pusulasında Türkiye’nin gizli hazineleri açığa çıkıyor sanki. Bir nevi Anadolu efsanelerinin envanterini çıkaran yazar, dede-torun ilişkisi üzerinden, teknolojik tahribattan ötürü artık kaybolmaya yüz tutmuş geleneği canlandırıyor. Kitabın editörü Hüseyin Keleş’e ve kurguyu hayaliyle renklendiren çizer Sibel Büyük’e de selam edelim ve son sözü bize Görünmez Kentler’i gösteren Italo Calvino’ya verelim: “Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.”
İlk yorum yapan siz olun