Yazan: Nilda Paşaoğlu
Ahmed Arif, Diyarbakır doğumludur. Diyarbakır’ın Suriçi ilçesinde bulunan Hançepek semtinde geniş avlulu bir evin çatısı altında dünyaya gelir. Diyarbakır Sur Nüfus Müdürlüğü kayıtlarında doğum tarihi 23 Nisan 1923 olarak geçer. Oğlu Filinta Önal’dan aldığım nüfus cüzdanında da 23 Nisan’dır. Birçok kaynaklarda Ahmed Arif’in doğum tarihi 21 Nisan 1927 olarak geçse de Mezarlık Bilgi Sistemi kayıtlarında 1923 olarak kayıtlıdır. Afyon Lisesi kayıtları da MEBİS’i doğrular. Afyon Lisesi kayıtlarına göre hicrî 1339 yılında doğduğu görülür. Bu tarihin miladi yıldaki karşılığı 1923 yılıdır.
Ahmed Arif, geniş avlulu, havuzlu, bahçeli, yazlık ve kışlık odaları bulunan büyük bir evde dünyaya gelir. Bu evdeki yaşantısından anımsadıklarını şöyle anlatır: “ Sadece kocaman bir ev, eve ha bire gelip giden askerler, bol şayak kumaşlar ve askerlerin evde, avluda ya da bahçede yattıkları.” (Oral, 1988:3) Ahmed Arif’in bu söylemlerinden çocukluğunun hareketli geçtiği anlaşılır. Çocukluk yılları olarak kapsanan ilkokul öncesi ve ilkokul dönemi Siverek ve Harran’da geçer. Yaşadığı yerleri şöyle tanıtır: “Siverek diyorsam, Karakeçi ve Dağlarbaşı bölgelerinde. Karakeçi ta Viranşehir’e kadar inen yarı yayla, yarı ova bir bölgedir. Dağlarbaşı ise ta Çermik’e kadar Siverek’in kuzeyinden uzanan, gerçekten büyük dağların, yalçın dorukların yarıştığı bir yer. Karacadağ’ın kuzeyi…” (Durbaş, 2009:29) Siverek’te, o dönem şehrin içinde Türkçe’den çok Zazaca konuşulduğu için Zazaca’yı, Karakeçi’de çoğunlukla Kürt aşiretleri olduğu için Kürtçe’yi, Harran’da ise Arapça’yı öğrenir. Zazaca’yı, Kürtçe’yi, Arapça’yı öğrenmesinde babasının memuriyeti etkendir. Babası Arif Hikmet Bey Harran’da vekâleten kaymakamlık görevinde bulunur. Siverek’te ise nahiye müdürlüğü yapar. Ahmed Arif, Siverek yıllarına ait anısını şöyle aktarır:“Çok iyi hatırlıyorum. Biz oyun oynuyoruz, üç tane adam bahse girmişler. Üç adam ama biri Arap, biri Kürt, biri de Zaza. Biri diyor ki beni göstererek, “Bu çocuk Arap”. Öteki diyor ki: “Yok yahu, bu çocuk Kürt.” Üçüncüsü “Bu, ne Arap, ne Kürt. Bu çocuk Zaza” diyor. Biz oynuyoruz, onlar konuşmalarımızı dinliyorlar herhalde. Aralarında anlaşamayınca bir esnafa soruyorlar, “Bu çocuk nedir” diye… Beş lirasına mı ne bahse de girmişler. O zaman çok büyük para tabii. Esnaf, “Üçünüz de yanıldınız” diyor. “Bu çocuk Türk.” (Durbaş, 2009:29) Bu mozaik yapının içinde ilginç anılar yaşayıp, farklı izlenimlerle yoğrulması Ahmed Arif’in kültürel kimliğine çeşitlilik katar. Çocukluğunda iz bırakan olaylardan birini de Siverek’e ilk gelişinde yaşar. Bir bayram günü kendisinden cüsseli çocukla bir kapıştırmanın içinde kalır. Oğlan güçlü kuvvetli, onu yıkmak güçtür, elinde zamkız vardır. Olayın devamını şöyle anlatır: Boyu benden yüksek olduğu için kafama, omzuma vuruyor. Ben sürekli yüzümü sakınıyorum. Derken yerde bir çene kemiği gördüm. Kemiği kaptım, yüzüne vurmaya başladım. Gevşedi, bu sefer çelmeyi taktım, yıktım.” (Durbaş, 2009:32-33) Ahmed Arif olayı çözen kişinin sonradan kirvesi olan Halil Karakaş olduğunu söyler. Ahmed Arif’in bu kavgada üstü başı perişan olsa da Siverek’te yankısını bulur. Çocukluğu dolu dolu geçer. Bir çocuk ne yaparsa hepsini fazlasıyla yapar. Bütün çocuklarla ahbaplığı, arkadaşlığı olur. Kimseyi kırmayan, incitmeyen bir çocuktur. Çocukluk bilincini süsleyen, iz bırakan birçok anı yaşar. Mustafa Tatar adında bir liderin olduğu grupla sürekli birliktedir ve onlarla birlikte vakit geçirir. Bu grup oyuna, birlikte takılmaya dayanır. Çocukken çokça kavga eder. Ama hiçbir zaman birini yalnız, hor görüp kavga etmez. Bu kavgalar kendisi için değil can kardeşlerim dediği arkadaşları içindir. (Alptekin, 2017:13)
Çocukluk, insanın bebeklik döneminden sonra başlayıp ergenliğe kadar geçen süreyi kapsayan dönemdir. Tüm ebeveynler ve insanlığın ortak bilinçaltı çocuğa karşı oldukça korumacıdır. Zira insanlık, türel açıdan çocuklarla bir sonraki nesle intikal eder. Çocuklar var oldukça insanlık da var olacaktır. Çocuklar bizzat edebiyatın konusu olabildiği gibi aynı zamanda hedef kitlesi de olabilir. Örneğin insanlık tarihi kadar eski olan masalların en birinci muhatabı çocuklardır. Ayrıca modern zamanlarda çocuklar için üretilen edebiyat yapıtları başlı başına “çocuk edebiyatı” ana dalını teşekkül eder.
Ahmed Arif, çocuklara olan sevgisini ayrı bir yerde tutar. Nedret Gürcan’a yazdığı 8 Ağustos 1957 tarihli mektupta çocuklara olan sevgisinin şiddetini vurgulamak için “Ben ki çocuk delisiyim.”(Arif, 2003:103) der. Kendisinin de vefanın, sabrın, aşkın ve dostluğun çocuğu olduğunu belirtir. Ahmed Arif, şiirlerinde çocuk kelimesini sekiz kere; çocuklar, çocuklara ve çocukları kelimelerini üç kere; çocuksu kelimesini iki kere kullanır. Arif’in şiirinde çocuk teması “Suskun”,“Kara”, “Akşam Erken İner Mahpusâneye”, ‘Kalbim Dinamit Kuyusu’ başlıklı şiirlerinde rastlanır.
“Akşam Erken İner Mahpusâneye” başlıklı şiirinde şair hisleriyle çocukları özdeştirir:
“Gülünç, acemi, çocuksu” (s.36) Hislerinin acemiliğiyle çocuksu davrandığını dile getirir. Aynı zamanda bu halinin gülünç olduğunu söyler. Arif’in içinde büyümemiş bir çocuk saklıdır. Bu sebeple hisleri anlatırken çocuksu kelimesini kullandığı görülür. Bir başka şiirinde çocukluğun getirdiği korunaklı yapıyı ele alır:
“Sen çocuk tulumunda” (Arif, 2004:26 ) Bu mısranın yer aldığı şiirin adı yoktur. Bir akşam üstü diye başlayan şiirde çocuk giysisi ile küçük, korunaklı yapıyı dile getirir. “Kalbim Dinamit Kuyusu” başlıklı şiirde de çocuk saraylarının görkemli olmasını vurgular:
“Görkemli çocuk saraylarının
Cana can katan nuru.”(Arif, 2004:3) “Suskun” başlıklı şiirinde çocuk kitaplarından ve yüz ifadesi temiz olan çocuğa benzeyen sevgiliyi anlatır:
“Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat” (Arif, 2014:43) Şair bu mısrada çocuk kitaplarını ele alır. Çocuk kitaplarında kötülüklerin çirkin bir karakter olarak işlendiği, resmedildiğini söyler. Şiirinin devamında sevgilinin saçları çocuğa benzetilir:
“Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.”(Arif, 2014:46) Klasik ve modern şiirde saç sevgilinin bir sembol değeridir. Ahmed Arif sembolize değeri kullanarak çocuğun masumluğu, şirinliği ile sevgilinin saçlarını özdeştirir. Ona göre sevgilinin saçları yüzünde bir kardeş gibi çocuksudur. “Kara” başlıklı şiirde şairin kendini çocukların arasında hissettiğini dile getirir. Kötülüklere ve içinde bulduğu zor durumlara rağmen çocukların içinde olduğunu söyler:
“Cihanlar, çocuklar, kuşlar içinde
Sızlar bir yerlerin
Adsız ve kayıp
Sızlar, usul – usul, dargın,
Ve kan tadında bir konca,
Damıtır kendini mısralarınca…”(Arif, 2014:61) Çocuk sevgisinin şiir yazmasına bir etken olduğunu vurgular.
Kaynakça
Arif, Ahmed(2014). Hasretinden Prangalar Eskittim(8.Basım), İstanbul: Metis Yayıncılık.
Arif, Ahmed(2004). Yurdum Benim Şahdamarım(3.Basım), İstanbul: Everest Yayınları.
Arif, Ahmed(2003). “Nedret Gürcan’a Mektuplar”, Posta Kutusu Dergisi Yıl:1, S.2003-1, 97-109.
Alptekin, Mazlum(2017). Ahmed Arif Bir Mısra Boyu Maceram(1.Basım), İstanbul: Alarga Yayıncılık.
Durbaş, Refik (2009). Kalbim Dinamit Kuyusu(2.Basım), İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.
İlk yorum yapan siz olun